Aydınlık Felsefesi

Aydınlık Felsefesi

l76O yılınadoğru “Aydınlıklar felsefesi “ zafere ulaşır; kendilerine «Filozoflar » denen kişilerin kaleminde ete kemiğe bürünmüş bir felsefedir bu. Filozoflar, düşüncelerini, trajediler, epik, öğretici ve yerici şiirler, romanlar, yergi eserleri, diyaloglar, sistem açıklamaları ve sözlüklerle ortaya koymuşlardır. Bütünlüğüne eserler arasında, en başta gelen de, bir sözlüktür: D’Alembert ’le Diderot ’nun yayınladıkları Fransız Ansiklopedisi, XVIII. yüzyılın bir özetidir; nasıl ki, vaktiyle Aquino’lu Toma da, ilahiyat adına böylesi bir özetlemeye gitmişti. Eserin ilk cildi, başında d’Alembert’in yazdığı bir «önsöz»le, Temmuz 1751’de yayımlanır; siyasal iktidarın yığınla engeline karşı 1764’te tamamlanır; 17 cildi metin ve 17 cildi de resimlere ayrılmıştır. Çoğu hali vakti yerinde ve resmi unvanlara sahip, avukat, hekim, profesör, rahip, akademisyen, sanayici, üretici 130 yardımcının katıldığı ve fiyatı bakımından da büyük aydın burjuvaziye hitap eden Ansiklopedi; bir burjuva eseridir.

Başlıca «Filozoflar» arasında, V oltaire ve Diderot gibi evrensel yazarlar, Montesquieu gibi hukukçular, d’Alembert gibi matematikçiler, genel olarak burjuvazinin çeşitli katlarından çıkıp gelmiş insanlardır; aralarında, burjuvaziye, kılıç soylularından daha yakın olan kaftan soylu vardır.

Çağın düşüncesi, geçmiş yüzyıllardan çok daha fazla olarak burjuvadır.
Bu burjuvaların anlayışı a k ı l c ı , p o z i t i f ve y a r a r c ı dır. Hepsi de açıklık, aydınlık, akla uygunluk ilkelere saygı isterler her yerde; bu ilkelerde, özdeşliktir, çelişmezliktir, nedensellik ve kanunsallıktır. Aklın yüce bir değeri vardır:Herşeyi yapabilir o, herşeye erişebilir ve herşeyi yargılıyabilir; ahir zaman hükümdarıdır o. Voltaire gibi ona sınır getirmek isteyenler bile, en azından şöyle düşünürler: Aklın dışında karanlık ve kaos vardır; bilgiye ulaştırmada tek geçerli aracımızdır o bizim. Akıl, yahu ve açık gerçeklerden hareket ederek çıkarsamalarda bulunur; ama asıl yaptığı, olayları gözlemler ve kanunlar çıkarır onlardan. İnsana yararlı bilgilerin arkasındadır o; işe yarayamayan ne ki var boştur. Yuh olsun salt meraka! Bu anlayış bir yerde kısırlaştıracaktır, bereket versin başeğmeyenler çıktı.

Filozofların çoğu y a r a d a n c ı (deiste)dır. Akılları onlara, bir ilk nedenin olması gerektiğini göstermiştir; çünkü onsuz, nedenden nedene sınırsız olarak geçilememektedir; böylece, herşeyin kendisine tabi olduğu, giderek kadiri mutlak olan bir Ebedi Varlık vardır. Bu yüce varlık, baştan aşağıya zekadır da aynı zamanda; çünkü Evren, hayran kalınacak derecede kurulup düzenlenmiş bir mekaniktir: Bu düzen, düzenleyici bir zekayı da içerir. Tepeden tırnağa güçlü ve zeki olan bu yüce varlık Tanrıdır. Onu tanıyamayız biz, ne olduğunu da bilemeyiz, ama var olduğunu biliriz Bütün dinlerin ortak temeli e v r e n s e l d i n d i r bu.

Tanrı, zorunlu olarak eksik bırakmıştır eserini: Çünkü, yetkin bir dünya Tanrıyla karışırdı, Tanrı olurdu; oysa, yalnız Tanrıdır yetkin olan. Ne var ki, kadiri mutlak, zeka sahibi, böylesine ahenkli bir dünyayı yaratan Tanrı, «mümkün dünyaların en iyisi»ni de zorunlu olarak yaratmıştır. Eğer kötülükler varsa bu dünyada, bizim anlayamadığımız daha yüce bir iyilik adınadır. Bu öğretiye 1737’de bir ad da konur: İ y i m s e r l i k. Yürekten yandaşı önce Voltaire’dir bu görüşün; 1755’teki o korkunç Lizbon depreminden sonra en azgın düşmanı kesilir ve tutar -o zehir zemberek- Candide i yazar (1759). Bir yerinde şöyle konuşturur kahramanlarını: «Nedir iyimserlik? diye soru yordu Cacambo-Heyhat! dedi Candide, herşey kötü olduğunda herşey iyidir diye tutturma kudurganlığı!». O andan başlayarak da, iyimserlik çözülmeğe başlar.

Tanrı, dünyayı ebedi kanunlarla düzenledi; bu kanunlarda asla bir değişiklik yapmıyor. Böylece, dua etmek boşuna bir iştir; ne ayine gereksinme vardır, ne de sunağa. Kanunları tanımak ve onlara uymak için yalnızca doğayı incelemeli.

Filozofların kimisi materyalisttir ve tanrıtanımazdır: Maupertius, hekim La Metrie , vergi mültezimi Helvetius , Paris’in belli başlı tanrıtanımazlarını sofrasında toplayan ve tanrıtanımazlık adına —adeta— bir yazı imalathanesi kurmuş olan Baron d’Holbach ve son olarak da —zaman zaman— Diderot. Onlara göre, herşey maddeyle açıklanmaktadır. Ebedi olan maddedir; maddeden hareket, kanunlar, evrensel düzen doğmaktadır; her şey, hatta varsayımdır. Tanrıtanımazlara hoşgörürlükle bakılmaktadır: Yüzyılın en ünlü romanı, Jean-Jacques Rousseau’nun Yeni Heloise’ inde Mösyö Wolmar bir tanrıtanımazdır,ama canayakın bir kişidir. Ne var ki,bir avuçtur bu «Filozof»lar ve öğretilerinin de pek az etkisi vardır.

Hemen bütün «Filozof>lar için, Tanrının yarattığı ve düzenlediği doğa, insanları toplum halinde yaşamaya götürüyor. insan aklı, toplumları düzenleyen doğal k a n u n l a rı bulmalıdır; onlara uymak böyle mümkündür. Doğal kanunların oluşturduğu bir doğal hukuk vardır; insan, bu doğal hukuku, pozitif kanunlar halinde dile getirmelidir Doğal kanunlara uygun bir doğal ahlak vardır; insan, bu ahlakı ilkelere dönüştürmeli ve doğal bir ilmihalin içinde toplamalıdır.

Duygularımız şunu açıklıyor bize: Yeryüzünde m u t l u l u k, yani zevk için varız. Zevk, bir haktır. Bencillik, ahlakın temelidir. Ancak, iyi anlaşılmalıdır bu: Akıl onu yeder ve ona, insanların birbirlerine karşılıklı yardım gereksinmesi içinde olduklarını, giderek bu gereksinmenin karşılıklı ödevler yüklediğini gösterir; bu gerçekten, ahlakın bütün kuralları çıkar ve ahlak belki de bütün bilimler içinde en yetkin olanıdır. Bundan, temel kurallar doğar: Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma; sana yapılmasını istediğini, sen başkasına yap! Hoşgörürlük, yardımseverlik, insanlık kuralları da bunun sonucudur. Aslında, hepsi de bunların, insanın o doğal yüceliğine uygundur; ama herkes, günün sonunda işi teraziye vurmalı: Acı dan çok zevk elde etmişse, onun kefesi ağır basıyorsa, bu ahlaki hesap onun mutlu olduğunu gösterir. Şu da çıkar bu ahlaktan:Kötü hareket eden insan, aldanmış bir insandır. Ruhun ölümsüzlüğüne ve ölümden sonra ceza görüleceğine inanç da böylesi bir ahlak sonucudur: İnsanlar yanılıyor ve bana haketmediğim bir acıyı çektiriyorlar; bir başka dünyada, ödüller ve cezalara başvurarak, böylesi bir haksızlığı gidermemek de, Yüce Varlığın yetkinliğine yakışmaz.

Toplumlar, insanların mutluluğu a d ı n a örgütlenmelidirler. İşte bunu sağlamak, için, insanlar, daha başlarda bir «s ö z l e ş m e » yapmışlardır araların da ve doğal felaketlerle düşmanlarına karşı güçlerini birleştirmişlerdir. Bu mutluluk, doğal kanunların sonucu olan doğ a l h a k l a r a saygı duyulursa gerçekleşebilir. Böylece insanlar, bu hakları güvenceye bağlasınlar diye hükümetlerini seçerler ve yönetenlerle yönetilenler arasında da gerçek bir sözleşme vardır; yönetilenler, bu sözleşmeye uymayan ve bu doğal haklara saygısızlık eden ya da etmeğe yeltenen yöneticiyi değiştirebilirler Böylece, başkaldırı bir haktır; ancak, hükümet de, görevini yerine getirmek için b ü t ü n y e t k i l e r i elinde tutmalıdır. Hükümet, belli bir genişlikteki devletler için despotik ve monarşik olmalıdır: «Bir Cumhuriyette, onu parçalayıp yıkacak bölünmeler olur zorunlu olarak»; «bizi bütün mutluluktan, mümkün bütün özgürlüklerden ve toplum halinde insanın yeryüzünde yararlanabileceği bütün olanaklardan yararlandırabilecek gerçek araçları bulan yalnız ve yalnız monarşik hükümettir». Despot, yalnız «Filozoflar»dan bilgi alacaktır, almalıdır A y d ı n d e s p o t l u ğ u kuramı budur.
Yığınla yazar sayesinde, büyük bir başarı sağladı bu görüş. A d a l e t daha yumuşak olmalı; topluma yararlı eylemleri desteklemeli, ötekileri engellemeli. Tehlikeli olan ya da sa dece yararsız olan ne ki yar, ortadan kaldırılmalıdır; Gücü kuvveti yerinde suçluya yakasını sıyırma, ama zayıf olana işlemediği cinayeti itiraf ettirme sonucunu veren işkencei sorgulama; yargıcın keyfiliğine bırakılmış ya da suçla orantılı olmayan cezalar, Tanrının yalnız başına pek cezalandırabileceği dine karşı hareketlerin yaptırımları son bulmalıdır. Ölüm ceza. Toplumun

Hükümdar, insan haklarını sağlıyacaktır.Önce kişi özgürlüğünü: Köleliği ve servajı kaldıracaktır. Harekat, ticaret, sanayi özgürlükleri ile medeni özgürlüğü tanıyacaktır; ancak —sınırlı bile olsa — siyasal özgürlükler yoktur bunlar arasında; siyasal özgürlük halk için sözkonusu olmayan bir nesne»dir. Düşünce ve din özgürlüğü olmayacaktır; ancak, bütün insanlar aydınlanıncaya değin hoşgörü vardır. Filozofların görüşlerini dile getirebilmeleri için konuşma Özgürlüğü olacaktır. Başkaları için ihtiyatlı olmalıdır Özgürlüğe saldırı özgürlüğü özgürlük olamaz. Polis müdürü Sartine, Diderot’ya Palissot’nun Satirique adlı komedisini verir incelemesi için; o da inceler ve yasaklanmasını ister, çünkü Filozoflarla alay edilmektedir eserde. Filozoflar, kendilerine çatanları hükümete haber verebileceklerdir.

Hükümdar kanun önünde eşitliği sağlayacak; doğuştan ayrıcalıkları ortadan kaldıracaktır. Ruh ban, soylular, hepsi vergi Ödeyecek; hepsi aynı mahkemelerde yargılanacak; aynı kusurlardan ceza görecekler. Bütün meslekler, bütün yeteneklere açık tutulacaktır; çünkü, hak eşitliği doğaldır ve, Öte yandan, en yüksek makamlara en iyilerin geçmesinde kamunun yararı vardır. Ne var ki, doğa insanlara bir irade, bir zeka vermiştir; ama yetenekler arasında eşitsizlikler var dır. Servetlerdeki eşitsizlik, işte bu yeteneklerdeki eşitsizliğin sonucudur ve böylece doğaldır. Özgürlüğün kullanılmasından doğan mülkiyet, o da doğal ve kutsaldır. Hükümdar, m ü lkiyetin dokunulmazlığını ve servetlerin eşitsizliğini inatla sürdürecektir. Hükümdar, en zenginlere ve taşınmaz mülk sahiplerine bir yasama yetkisi tanıyacaktır; böylece, bir servet ve yetenekler aristokrasisi olacaktır. Ansiklopedi’ye göre: «Aydınlıkların ilerlemesi sınırlıdır, dış mahallelere pek erişmemiştir; halk pek hayvan dır oralarda. Ayak takımının miktarı —hemen hemen— hep aynıdır... Çoğunluk cahil ve şaşkındır». Ve Voltaire , daha da büyük bir sertlikle, «ahmak ve barbar halka, bir boyunduruk, bir üvendire ve ot gerekir» diye konuşur.

A d a l e t daha yumuşak olmalı; topluma yararlı eylemleri desteklemeli, ötekileri engellemeli. Tehlikeli olan ya da sadece yararsız olan ne ki var, ortadan kaldırılmalıdır; Gücü kuvveti yerinde suçluya yakasını sıyırma, ama zayıf olana işlemediği cinayeti itiraf ettirme sonucunu veren işkenceli sorgulama; yargıcın keyfiliğine bırakılmış ya da suçla orantılı olmayan cezalar; Tanrının yalnız başına pek cezalandırabileceği dine karşı hareketlerin yaptırımları son bulmalıdır. Ölüm ceza toplumun büyük bölümünün yaşamım başka yoldan kurtarma olanağı olmadığı kabul edilebilir. Suçlanan kimseye, suçlu değil, masum olar!k bakılmalı, suçluya karşı sevecenlikle hareket edilmeli ve, suçları cezalandırmaktan çok, eğitim yoluyla önleme yoluna gidilmelidir. Milanolu B e c c a r i a, Suçlar ve Cezalar (1764) adlı eserinde, Montesquieu ile Ansiklopedi’nin kendisine esinlettiği bu düşünceleri daha da geliştirdi

İnsanlık için utanç ve felaket olan s ava ş, ancak meşru savunma halinde kabul edilebilir. Askere, her yol açık değildir; «insanlığın ebedi kanunları»na karşı gelemez ve «civanmert lik» asıl zaferidir onun. Özgür insanlardan oluşan uluslara, özgür kişiler olarak bakılmalıdır; ama ödevleri de vardır onların, Rahip Saint-Pierre, bütün Avrupa hükümdarları arasında sürekli birliğin yaratacağı sürekli bir barış adına XIV. Louis zamanında başlanmış propagandayı 1743 yılına değin sürdürdü: Bu birlik, uluslar arasındaki savaşı engelliyecek; silahlanma sınırlandırılacak, hiçbir ülke parçalanmayacak; birlik, kararlarına uyulmasını sağlamak için çeşitli ulusların güçlerinden oluşan bir orduya sahip olacak; birliğin, özgür ve yansız bir barış kentinde, örneğin Cenevre’de bir merkezi olacak.

İnsanlık, aydınlıkların yayılışıyla sürekli ilerler; e ğ i ti m, ilerlemenin en güçlü aracıdır

Eğitim, devletin yararına olmak üzere, devletçe yönetilmelidir; bu eğitim, devletin çeşitli görevlerini yerine getirecek yetenekte, aynı ruhla donanmış yurttaşlar yetiştirecektir. Eğitimle, devletin genel asayişiyle yükümlü Bakanın gözetiminde sürekli bir daire uğraşmalıdır. Eğitim doğal, duygucu olmalı; duyulabilir olanla, betimlemeyle başlamalı ve zihni alana yükselmeli; yalından kalkıp karmaşık olana gitmeli; nedenlerini araştırmadan önce olaylardan emin olmalı; yalnız sağlam kafalar değil, sağlam bedenler de yetiştirmeğe yönelik bulunmalı; pratik olmalı, yani eğitim yapılan ülkenin dilinde olmalı, modern tarihi, coğrafyayı, doğa bilimlerini. matematiği, fiziği, bir el çalışmasını içi ne almalıdır. La Chalotais adlı bir Fransız, başkalarının yanı sıra, 1763’te yayımladığı Ulusal Eğitim Üstüne Deneme adlı ese rinde bu noktalarda ısrar ediyordu. Öğretim, öte yandan herkese açık olmalı: «Gerçek yakındır ve her zaman, herkesin elinin altına konulabilir». D’Alembert, Ansiklopedi’deki maddelerden birinde böyle yazıyordu.

«Aydınlıklar felsefesi» ile ilgili bütün bu düşünceler, soyluların, Kilisenin, başka kuruluşların ayrıcalıklarına karşı mücadele eden hükümdarların hoşuna gidiyordu. Filozoflarla mektuplaşıyor ve onları yanlarına çağırıyorlardı: Voltaire, Diderot, d’Alembert, Prusya kralı Friedrich’le, Çariçe II. Katerina ile mektuplaştılar Voltaire Berlin’e gitti, Diderot da Saint-Petersbourg’a....

Yüzyılların Gerçeği ve Mirası-Server Tanilli-Cem Yayınevi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder