BENEDİCTUS DE SPİNOZA ÜZERİNE
(1632-1677)
Bu
derleme/yazı da ‘‘filozofların prensi, filozofların en filozofu, en katıksızı’’
nı okuduklarımız aracılığı ile dergimizin okurlarına tanıtmaya çalışacağız;
Deleuze’ün deyişiyle devam edersek; “Spinoza, filozofların İsa’sı ve en büyük
filozoflar da ancak ve yalnızca bu gizeme yaklaşan veya ondan uzaklaşan
havarilerdir. Spinoza sonsuz filozof haline geliştir.” Deleuze’ün bu kadar
mesafesiz kaldığı Spinoza’yı, çoğu insan, düşünür ve filozof için bu kadar
ilginç kılan nedir? Bu sorunun yanıtı; hayatı ve felsefesi arasında kurulan bağ
olsa gerektir.
Spinoza’ nın felsefesinin bedelini yaşarken nasıl ödediği,
Spinoza’nın adını duymuş çoğu kişinin malumudur; fakat hayat hikayesine girmeyi,
bu bedeli nasıl ödediği ayrı bir yazı konusu olacağından, şimdilik konu dışında
bırakıyoruz.
SPİNOZA’NIN FELSEFE TARİHİNDEKİ KONUMU
Deleuze’ün
mesafesizliğinden devam edersek; felsefe tarihinde Spinoza’nın eşsiz bir konumu
vardır. Bu konum, yazdıklarına konu olan şeyler kadar, bunları ele alış
tarzının, benzeri olmamasından kaynaklanır; bunları şöyle sıralayabiliriz:
-
Teoloji ile felsefeyi
birleştirmek, aynı düzleme çekmek isteyen ortaçağ düşünürlerinin (İslami,
Musevi, İsevi) çabasını, teorik temelleriyle birlikte (kutsal kitap tefsir ve
analizleri, peygamberlik mekanizması, peygamberler, vahiy gibi konuları ele
alış yöntemleri; bu konulardaki eleştiri ve düşünceleriyle) teoloji ile felsefenin
alanlarının ve doğalarının farklı olduğunu göstermesiyle, bunu çözümlemesiyle
Spinoza tektir.
-
Eski Yunan felsefe
geleneğine aykırı bir biçimde, Platon’un felsefeye soktuğu ‘madde-dışı’ alanın,
idealar kuramı olarak 2000 yıl sürüp; Descartes’ta ruh/beden; madde/zihin
kuramı olarak vücut bulan düalizmini/ikiciliğini ortadan kaldırmasıyla da
Spinoza tektir.
Spinoza, çok farklı filozoflardan aldığı kavramları,
farklı bağlamlarda, farklı roller vererek özgün bir felsefe oluşturmuştur.
Spinoza, 17. yüzyıl düşünürüdür o nedenle de, 17. yüzyılın bilimsel
karakteristiği onda da gözlemlenir. 17. yüzyılın ‘neden olma’ modeli, ‘mekanik
nedensellik’ düşünürümüzün görüş sahasındadır.
Erasmus’un 1464’deki doğumundan, T.
Hobbes’un 1679’daki ölümüne kadar, yaklaşık 200 yıllık, kendi zamanına düşünsel
olarak yakın sayılabilecek sürede, Spinoza’nın etkilendiği bilimsel-zihinsel
kronolojik bir skala vardır. N.Copernicus, T. Campanella, G. Bruno, F. Bacon, G.
Galileo, N. Machiavelli, J. Kepler ve T. Hobbes, bunların dışında
sayamadığımız veya bilmediğimiz onlarca bilim insanı, filozof, siyasetçi ve düşünürün
‘hazırladığı’ ikiyüz yıllık bir tarih; modernliğin ‘şafağı’ ve Spinoza tam bu kavşaktadır.
17.
yüzyılın bir özelliği de felsefecilerin Öklid geometrisine olan
bağlılıklarıdır. Çünkü geometrik düzen onların fikirlerine, fikirlerinin
doğruluklarına sanki katkı sağlamaktadır. Geometri, bilinenlerden hareketle, bilinmeyenin
kaçınılmaz bir kesinlikle türetebilme imkânı anlamına geldiğinden; Hobbes ve
Descartes gibi Spinoza da eserlerini bu kabulün yansımasıyla yazacaktır.
Felsefe tarihinde Spinoza’nın eşsiz
bir yeri olduğunu ima ettik; bunun yanı sıra felsefe tarihinde O’nun kadar
nefret edilen ikinci bir filozofa rastlamak ise gerçekten zordur. Kimilerince,
“Tanrı tanımaz” ve “din düşmanı” olduğu için lanetlenmiştir. Kimileri de O’nu Tanrıdan
çok bahsettiği için ‘tanrı sarhoşu’ olarak nitelemişlerdir(Novalis). Spinoza’nın
tanrı tanımaz ve inançsız ‘Yahudi filozof’ imgesinin altında yatan eseri Teolojik Politik
İnceleme’dir (bundan sonra TTP olarak anılacak). TTP (Tractatus
Theologico Politicus), 1670 yılında, ‘sahte’ yayıncı ve yazar adıyla Birleşik
Eyaletler’de (Hollanda) basıldığında ortalık hemen karışır (Spinoza,Teolojik Politik İnceleme, çev.Cemal
Bali Akal; Reyda Ergün, Dost Kitabevi Yay.,
Ankara,2012).
T. Hobbes kitabı okuduktan sonra; “ben bile
bu kadarını yazmaya cesaret edemezdim” diyecektir. Kitapta yazar olarak
Spinoza’nın adı yoktur, Latince yazıldığı için de, yaygın ve ortalama okuyucuya
ulaşmamış, ama okuyanlar, eserin Spinoza’ya ait olduğunu hemen anlamışlardır.
Ortodoks Kalvinciler kitabın derhal yasaklanmasını talep ederler; onlara göre
TTP yazarı, dünyanın başlangıcından itibaren dinsizlik açısından eşi benzeri
olmayan bir kitap yazmıştır. Tüm dinlerle alay eden bir Tanrı tanımaz ve cumhuriyet
için zararlı kişi; Musevilere göre ise; amansız bir Musevi düşmanı olarak
nitelenir (Spinoza,Yahudi Cemaatinden ihraç edildikten sonra, Baruh olan Musevi
ön adını Benedictus olarak değiştirmiştir).
17. yüzyıl boyunca
Spinoza’nın üstü, bu kötücül söylemlerle örtülmüştür. Pierre Bayle’ın Felsefe Sözlüğünde
Spinoza maddesi özellikle Spinoza adının gömülmesine yardım eder. Leibniz,
kopya çektiği Etika’dan ve Spinoza’dan kurtulmak için, büyük çaba harcar.
Yazılanlardan sonra
kimse adını anmaya cesaret edemez. 18. yüzyıl başlarından itibaren, iki eğilim
göze çarpar; ilki Spinoza felsefesinin üstesinden gelinemediği için, felsefesi
reddedilir. İkinci eğilim ise, felsefeyle uğraşanlar, Spinozacı damgasını
yememek için öncelikle Spinozacı olmadıklarını kanıtlamak zorunda kalırlar.
Çünkü saygın bir filozof için Spinoza damgası yemek, onun başına gelebilecek en
kötü şeydir. Bu, Montesquieu’nun başına gelir; o ise, Spinozacı olmadığını
kanıtlamak için ‘Kanunların Ruhunun Savunulmasını’ yazmak zorunda kalır.
Benzer biçimlerde
Aydınlanma Çağı düşünürleri, resmi olarak Spinoza düşüncesi ile aralarına
mesafe koymakla birlikte, gizli de olsa özellikle TTP’ yi okumakta, onun
kurumsal din ve monarşi yönetimine ilişkin eleştirilerini paylaşmaktadırlar.
Düşünce dünyasına
Panteizm tartışması olarak geçen olayda (1783); F. Heinrich Jacobi, yakın
arkadaşı filozof G.E.Lessing’in ölmeden kendisine Spinozacı olduğunu
söylediğini iddia eder. Aslında amacı ortalığı karıştırarak, Aydınlanma
düşüncesine saldırmaktır. Bu arada Spinoza öğretisi üzerine, eleştirel
suçlayıcı bir kitap yazar. Beklediğinin tam tersi olur, eşik aşılmış, Spinoza’yı
konuşmak ve tartışmak tabu olmaktan çıkmıştır.
18. yüzyılın
sonlarından itibaren, Alman Romantikleri aracılığıyla Spinoza imgesi 19. yüzyıl
boyunca edebiyat ve düşünce dünyasına damgasını vuracaktır.
I.Kant’ın (1724-1804) Spinoza okuduğuna dair elimizde bir kanıt
bulunmamasına rağmen, Kant çoğu kez Spinoza’ya kötücül göndermelerde
bulunur. Yayınlanmış tüm ‘Kritikler’
inde ve derslerinde Kant tarafından, Spinoza felsefesi red edilmesi gereken
bağnaz ve dogmatik bir felsefe olarak nitelenir. Fakat 1800-02 yıllarında
yazılmış açıklayıcı notlarında, Opus
Postumum’ da, Spinoza’nın adı çok farklı bir düşünsel bağlamda yer alır. Kant
o notlarda şunları yazmıştır; ‘ İnsanın ruhu
Spinoza’nın Tanrı’sıdır ’ ya da ‘ Aşkınsal idealizm Spinozacılıktır ’ gibi
cümleler, bunlar nasıl mümkün olmaktadır? Kant’ın Spinoza Felsefesi hakkında
düşüncesi mi değişmiştir? Hatta dahası, şimdi kendi felsefesinin bir tür
Spinozacılık mı olduğunu mu düşünmektedir? Bu, Kendi eleştirel felsefesinin
esaslarının yeni baştan gözden geçirilmesi anlamına gelmeyecek midir? OP’ nin son bölümünde ise Kant, ‘‘Aşkınsal
İdealizm, kendi tasavvurunun doruğunda nesneleri koyma anlamında
Spinozacılık’tır ’’, demektedir. Bu ifadeler, Kant’ın yapıtlarının bazı
eleştirmenlerini, Kant’ın son yıllarında fikrini kökten değiştirmiş olduğu
düşüncesine götürmüştür. Sonuç olarak Kant’ın ömrü daha fazla yazmaya yetmediği
için, bu fikirlerin sonuçlarının neler olabileceğini açık olarak bilmiyoruz (Natalia
A.Lerussi, Kantçı Spinozacılık,s.93-94 ‘Spinoza Günleri 2’ içinde, İ.Bilgi Üniversitesi
Yayınları,İstanbul,2011).
Kant’ın bu dönüşümüne ilaveten, Alman
romantizminin ‘Deus sive Natura’ yı farklı yorumlamasıyla, Novalis’e göre, ‘Tanrı
Sarhoşu’ Spinoza’ sından, Goethe’nin ‘Christianissimus’
diye tanımladığı Spinoza’sına kadar; Hegel’e ‘ya Spinozacılık ya da felsefesizlik’ dedirten
sözleri, Schopenhauer’in
ikircikli ilişkisi; Nietzsche’nin onun için şiir yazacak kadar, filozofa
beslediği hayranlık ve nefret, genel olarak Alman felsefesinin onunla
uğraşmaktan vazgeçemediğini göstermektedir (Spinoza,Teolojik Politik İnceleme,önsöz,s.21,Çev.Cemal
Bali Akal,Reyda Ergün,Dost Kitabevi yay.,Ankara,2012).
Genç Marx,
1844 El Yazmaları’ nda felsefi
materyalizmin temel tezlerini yazarken Spinozacıdır.
Diego Tatian’ ın ‘Spinoza Marx’ la. Bir karşılaşmanın Protokolleri
’ makalesinin dipnotunda Frank Fischbach’tan (2005) alıntı yaparak bunu
tartışır; ‘‘kuşkusuz Marx’ın Hegel’in Hukuk
Fesefesinin Eleştirisi’ n de hala koruduğu, soyut biçimde ateist konumunu
aşmasını sağlayan Spinoza’dır: Böylece, burada Marx, en derin biçimde Spinoza’ cı eseri saydığımız 1844 El Yazmaları’ ndan itibaren,
kaba komünizmin yanında, eleştirdiği ‘soyut’ bir ateizmden de kopar’’.
‘‘Marx’ın sıradan
atıfları arasında, Spinoza’yı ‘hacimli düşünceye sahip bir Filozof’, ‘bilimin
saf ve ideal ateşi’, ‘evrensel tarihsel evrimlerin canlandırıcı ruhu’ olarak
nitelediği ve onu Aristoteles ile Hegel’ in ki ne eşit mevkie koyduğu metinler vardır’’
(Thomas,Peter,Felsefi Stratejiler:AlthuserveSpinoza;Marx’tan Spinoza’ya,
Spinoza’dan Marx’a Güncel Müdahaleler, s.215, çev.Emine Ayhan; derl.Eylem
Canaslan E,Cemal Bali Akal,Dost Kitabevi Yay.,Ankara, 2013).
Anti Dühring’ te Engels, Spinozayı ‘diyalektiğin mükemmel temsilcisi’ olarak
görür. Plehanov ise, Spinoza’nın Marx’ın dolaysız öncüsü olduğunu savunacaktır.
Engels hala hayattayken Plehanov ona, ‘‘ihtiyar Spinoza, düşünce ve yer
kaplamanın bir ve aynı töz’ün iki sıfatı olduğunu söylerken haklı mıydı?’’, diye
sorar; Engels iki tanığın önünde şu cevabı verir: ‘‘Elbette ihtiyar Spinoza
kesinlikle haklıydı’’. Engels’in bu cevabından ilham alan Plehanov, Marxizmin
felsefi kökeninin Spinoza metafiziği olduğunu ilan eder: ‘‘Modern materyalizm
kendisinin az ya da çok farkında olan Spinozacılıktan başka bir şey değildir’’.
Plehanov bununla da kalmaz: ‘‘Marks ve Engels’in materyalizmi bir çeşit
Spinozacılıktı’’ diye yazar.
Andrey Maidanski, ‘Sovyet Spinoza: Anlama arayışındaki İnanç’
(çev:Cemal Bali Akal) makalesinde, Sovyetler Birliğindeki felsefeciler
tarafından, farklı dönemlerde farklı Spinoza alımlamaları olduğunu belirterek, Plehanov’un
yukardaki görüşlerine karşıt görüşteki Spinoza alımlamalarından örnekler verir
ve şu görüşü öne sürer: ‘‘Kısacası Sovyet filozofları Spinoza’nın felsefesine
içeriden bakamamış, bakmayı da genellikle tercih etmemiştir. Marx’tan
devralınan mantıksal ‘optiğin’ yardımıyla Spinoza felsefesinden pek çok değerli
anlam çıkarmak mümkündür. Fakat aynı zamanda, Spinoza’nın Marx’tan daha iyi
anladığı şeyi bulmak olanaksızdır. Sonuç itibariyle Spinozacılık, ancak
‘arkeolojik’ bir bakış açısından ilginç görünebilecek, bir çeşit olgunlaşmamış
Marksizme dönüştürülebilir’’.
19. yüzyıl sonu ile
20. yüzyılın ilk 30 yılı Spinoza araştırmaları açısından verimli geçse de,
araya savaşın girmesi, Spinoza düşüncesinin 1960’ların sonlarına kadar
unutulmasına yol açmıştır. 1965 yılında ‘Kapitali
Okumak’ adlı kitabında; ‘‘Spinoza felsefesi, felsefe tarihinde eşi
görülmemiş bir teorik devrimi ve kuşkusuz tüm zamanların en büyük felsefi
devrimini gerçekleştirdi; öyle ki, Spinoza’yı felsefi açıdan Marx’ın doğrudan
tek atası sayabiliriz’’, diye niteleyen L.Althusser, Spinoza’yı Marx’ı, Hegel’den
arındırma girişimi olarak ta okumaya çalışmıştır: ‘‘Bilim hiçbir sıfatla, Hegelci
anlamda ideolojinin hakikati olarak kabul edilemez. Bu ilişki altında eğer
Marx’ a felsefi bir soy bulmak istenirse, Hegel’den ziyade Spinoza’ya başvurmak
gerekir’’.
Althusser bir başka yazısında
ise; ‘‘Spinoza bize, Hegel’in kusurunu görme imkanı sağlamıştır’’ diye yazar ve
devamla: ‘‘Marx’ın felsefesini biraz daha iyi anlayabilmek için, Spinoza dolayımıyla
bir sapma gerçekleştirdik. Daha kesin konuşmak gerekirse, Marx’ın materyalizmi
bizi Hegel dolayımıyla gerçekleştirilen zorunlu sapmanın anlamını düşünmeye
zorladığı için, biz de Marx’ın Hegel dolayımıyla gerçekleştirdiği sapmayı biraz
daha iyi görebilmek amacıyla, Spinoza’ya saptık. Sonuçta gene bir sapma, ama
başka bir sapma üzerinden bir sapma oldu bu’’.
Althusser’in Spinoza’ya karşı beslediği, hayranlık
Etika’nın kurgusu üzerinedir: ‘‘ Althusser’in
bir felsefi stratejist olarak Spinoza’ya beslediği hayranlık ortadır; aslına
bakılırsa, herhangi bir müstakil felsefe önermenin üstünde ve ötesinde
Althusser’i Spinoza’ya çekenin en çok da Etik’
in incelikli polemik stratejisi
olduğunu söylemek
abartılı olmaz. Althusser şöyle der: Spinoza’da beni büyüleyen başka bir şey de
felsefi stratejisiydi.[…]Spinoza’da işe Tanrı’dan başlıyordu! İşe Tanrı’dan
başlıyordu ve aslında (en beter düşmanlarının dahil olduğu geleneğin tamamına
bakınca, öyle olduğuna inanıyorum) bir
ateistti (Da Costa ve zamanının başka bir çok Portekizli Yahudisi gibi). Üstün
bir strateji uzmanı olarak, hasmının en önemli müstahkem mevkiini ele geçirerek
işe başlıyordu. Daha doğrusu oraya sanki kendi kendisinin hasmıymış gibi, dolayısıyla
düşmanının amansız hasmı olma şüphesini bertaraf ederek yerleşiyor ve teorik
kaleyi, onu bütünüyle tersine dönüştürecek biçimde, yani kalenin toplarını
kalenin sahibine döndürürcesine, yeniden tertipliyordu.[…] Genelde filozoflar
işe böyle girişmezler: İşgal edilmiş olup önceki tezlerce korunan ve savunulan
alanı ele geçirmeye adanmış tez güçlerini hep belli bir dışsallıktan saldırıya geçirirler’’ (Thomas,Peter, Felsefi Stratejiler:Althuser
ve Spinoza; Marx’tan Spinoza’ya, Spinoza’dan Marx’a Güncel Müdahaleler, s.215, çev.Emine
Ayhan, derl.Eylem Canaslan,Cemal Bali Akal, Dost Kitabevi Yay.,Ankara,2013).
Althusser’ den başka, başta G.Deleuze
olmak üzere, A.Matheron, P.Macherey ve C. Appuhn, E.Balibar,A.Tosel,S.Breton,P.Cristofolini,Y.Yovel,R.Misrahi,M.Hardt,C.Jaquet,P.F.Moreau,S.Nadler,V.Morfino,J.Read,A.Maidanski,F.Fischbach,W.Montag,P.Thomas,C.Casarino,G.Albiac,M.Walther,H.Rizk,D.Tatian
v.diğerleri çeviri, kitap ve Spinoza üzerine çalışmalarıyla bir Spinoza
külliyatı ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca, son yıllarda, A. Negri başta ‘Yaban Kuraldışılık’ kitabıyla olmak
üzere, Spinoza’yı Marksçı açıdan yorumlamaya çalışmıştır.
Türkiye’de ise, Etika’nın çevirisini yapanlar; Suut
K.Yetkin, H. Ziya Ülken, Aziz Yardımlı başta olmak üzere, Ulus Baker, Cemal Bali
Akal, Murat Erşen, Reyda Ergün, Alber E. Nahum, Tülin Bumin, Gaye Çankaya
Eksen, Birden Güngören, Türker Armaner, Solmaz Zelyüt, Moris Fransez, Etika’nın
Türkiye’de son çevirisini Latinceden yapan Çiğdem Dürüşken v.diğerleri çeviri,
kitap ve makaleleriyle Spinoza literatürüne önemli katkı sağlamışlardır.
DÜŞÜNCE KAYNAKLARI
Spinoza düşüncesinin
kaynaklarına ilişkin dair Türkçe yazında çok fazla araştırmaya rastlayamamakla
birlikte, Ahmet Arslan’ın Uluslararası İbni Sina Sempozyumuna sunduğu bildiride(1983);
felasife filozofları diye anılan, Farabi, İbni Sina çizgisinin İbni Rüşd’ün de
katkılarıyla Yahudi filozof (İbni Rüşd’ün hemşehrisi ve çağdaşı) Maymonides
(Moşe ben Maimon) tarafından hemen hemen, hiç değiştirilmeden benimsendiğini,
Ahmet Arslan Farabi ve İbni Sina’nın eserlerinden örneklerle, Maymonides’in
yapıtından yaptığı alıntılarla açıklar. Spinoza TTP’de Farabi, İbni Sina, İbni
Rüşd’ten bahsetmemektedir. Ortaçağ’da Latince’ye çevrilen yapıtlarını okuduğuna
dair bir kanıt bulunmamaktadır.
Maymonides, Yahudi filozofların yanı sıra;
Farabi, İbni Sina gibi filozofları da iyi bilmekte, Yahudi olmasına rağmen temel
eseri olan ‘Dalalat al-Hairin’ı’ adından
anlaşılacağı gibi Arapça yazmış, O’ da İbni Rüşd gibi İspanya’yı terk etmek
zorunda kalmıştır. Spinoza’nın 5 yılını geçirdiği Amsterdam Yüksek Yahudi Okulunda
Talmud ve Torah gibi dini dersler yanında, ortaçağ Yahudi Felsefesi
öğrendiğini; Maymonides, Gersonides gibi filozofları okuduğu bilinmektedir.
TTP’ de Spinoza ele
aldığı konulardan; peygamberlik mekanizmasının açıklanması, dinin veya vahyin
konularının amacı; felsefe ve din arasındaki ilişkiler konusunda felasife
düşünürleriyle, Spinoza arasındaki benzerliklerin, yer yer aynılıkların Maymonides’in
kitapları aracıyla kurulduğu akla yakın gelmektedir. Yalnız, Farabi, İbni
Sina’nın ve Maymonides’in görüşleriyle, bu bağlamda Spinoza’nın görüşlerinin
tam çakışmadığı, benzerlikler olduğu kadar, ayrımlar olduğunu da kaydetmek
gerekir.
X.,XII.ve XIII. Yüzyılda
yaşamış İslami düşünürlerin (Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd, İbni Arabi) Cabir İbni Hayyan’ın (721-815), (farsi,
fizikçi, astronom, kimyacı, filozof ve modern kimyanın kurucusu, batıda Al-Geber
olarak bilinen) düşüncelerinin takipçileri olduğu bilinmektedir.
Prof.Mehmet
Bayrakdar ise; batılı kaynaklara dayandırarak Spinoza’nın kullandığı ‘Natura Naturans’ ve ‘Natura
Naturata’ (doğalaştıran doğa veya aktif doğa ve doğalaşan doğa veya pasif doğa)
kavramlarının, ilk olarak Cabir İbni Hayyan tarafından kullanıldığını, bunun
1890 yılında H.Siebeck tarafından ileri sürüldüğünü belirtmektedir.
Siebeck makalesinde;
bu terimlerin İbni Rüşd’nün Aristoteles’in ‘Fizik’
ve ‘Gökyüzü’ adlı eserleri üzerine yaptığı şerhler’inin Latince
çevirileriyle önce st.Thomas d’Aquin tarafından
kullanıldığını göstermiştir. Spinoza’da ‘Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu üzerine
Kısa İnceleme’ adlı eserinde, ‘Natura Naturans’ kavramı ile Thomacıların Tanrı’yı
anladıklarını belirtmekte fakat fazla ayrıntı kullanmamaktadır.
Türker Armaner’de bu
terimlerin 9.yüzyıl ortaçağ düşünürü Ionnes Scotus Erigena (815-877) tarafından ‘Doğanın Bölümlenmesi Üzerine’ adlı
kitabında kullandığını yazmaktadır. Bu kavramlar, batıda Spinoza’dan önce
XIII.yüzyıl ile XVII.yüzyıl arasında birçok filozof ve teolog tarafından
kullanılmıştır. Bunlar arasında Spinoza’ yla ilişkilendirilebilecek düşünürler,
Jean de st.Thomas, Francis Bacon ve Giordano Bruno’ dur. Spinoza, yukarda
anılan ‘Kısa İnceleme’ adlı eserindeki
beyanından bu terimlerin en azından Thomacılar tarafından kullanıldığını
bilmekteydi. Bu kavramlar Spinoza’dan önce özellikle Bruno tarafından,
Spinoza’nın kullandığı anlamlarda kullanılmıştı.
Ayrıca, ‘Kısa İnceleme’ de ve bu esere ek olarak Spinoza tarafından yazılan
diyalog da açık biçimde Bruno’yu çağrıştırmaktadır. Bruno’nun ‘sonsuzluk ve
doğanın tanrısallığı’ fikri, Spinoza’yı Tanrı kavramını, doğa kavramına sıkı
bir şekilde bağlamaya itmişti. Spinoza, hiçbir yapıtında Bruno’nun ismini
vermese de, Bruno’nun, Spinoza’nın doğrudan esin kaynağı olduğu bilinmektedir. Ayrıca
Spinoza’nın çağdaşı olan Hollandalı daha
az tanınır iki filozof tarafından [Heerboord (1614-1661) ve Clauberg (1622-1665)]
bu terimler kullanıldığına ve daha önce de sıklıkla kullanılan kavramlar olduğu
göz önüne alındığında, Spinoza’nın bu terimleri Bruno’nun eseri veya İbni
Rüşd’ün Latince çevrileri de dahil olmak üzere birden çok kaynaktan öğrenme
olasılığı mümkündür. İbni Rüşd’ün gerek Maymonides, gerekse kendisi üzerinden
Spinoza üstünde ki etkisini, bir çok çağdaş araştırmacı aracılığıyla da, burada
kaydetmek gerekmektedir.
Eski Çin, Hint, Yunan, Roma, İslam kaynaklı
ve mistik odaklı ‘ varlığın birliği ’ öğretileri göz önüne alındığında yaratanla
yaratılan arasında birlik düşüncesinin yeni olmadığı görülecektir. Özellikle
Endülüs doğumlu, Şam ölümlü İbni Arabi’ nin bu düşüncesindeki Platon/Plotinos
etkisi belirgindir.
Bazı
yorumcular da TTP’den,I Politik İnceleme’ ye (TP - Tractatus Politicus ) geçişte (1670-75)
Spinoza’nın Neo-Platonculuk’ tan ve Pantheism’den uzaklaşarak maddeci görüşe
kaydığını söylemişlerdir.
Bu görüşün
tartışmalı olduğunu kaydederek, bazı bağlantılara göz atmanın yararlı olacağı düşünülebilir.
Neo-Platonculuğun
kurucusu Plotinos’a göre, insan 3 basamağı çıkarak, Tanrı’sına dönecektir. Bu
basamaklar: 1. Algılama, 2. Akıl, 3. Gizemsel sezgi’dir.
Spinoza’da bilginin
3 türüne bakalım:
1. Duygularımız
yoluyla algılama; Algıladığımız şeylerin zihinde, düzensiz, parçalı, karmaşık
bir biçimde temsiliyle edindiğimiz bilgi; Algı duygulanış ideasıyla edinilen
bilgi.
2. Ortak nosyonlar/ortak
kavramların bilgisi; Akılla ulaşılabilir nesnelerin özellikleri üzerinde, ortak
kavramların bilgisi.
3. Üçüncü tür bilgi,
sezgisel bilme; Doğanın genel düzeni hakkında tam bir fikir edindikten sonra,
bu düzenin şeylerin özünde işlediğini sezmek, şeylerin özlerinin bilgisi, akli
sezgi yetisi.
Antik çağ
düşünürlerinde bulunan hikmet ve bilgi sevgisi, artık Neo-Platonculukta,
Plotinos aracılığıyla Tanrı sevgisine, Spinoza’da ise bu ‘Amor dei Intellectualis’ e dönüşmüştür
(Tanrı’ya yönelik akli sevgi). V. bölümün önemli bir terimi olan ‘algı
duygulanış ideası’, Spinoza’ya göre, sezgisel yolla bilgisine erdiğimiz ‘ Tanrı’nın
saf doğasından kalplerimize doğan sevinç ’ duygusudur.
Aziz Anselmus
(1033-1109), Neo-Platonik esinle şöyle diyordu: ‘Yüce varlık var olmalıdır,
mükemmel olan var olmamaya tahammül edemez ’.
Aristoteles,
Tanrı’yı düşünmenin düşünmesi olarak tarif etmekteydi. Spinoza ise, düşünce
Tanrı’nın bir sıfatıdır, Tanrı düşünen varlıktır. Tanrı var olmamazlık edemez,
zorunlu olarak vardır diyordu.
Spinoza’nın Tanrı kavramı da dahil olmak
üzere, diğer düşünürlerden aldığı kavramları, farklı anlam bağlamları içinde, dönüştürerek
nasıl kullandığı bilinmektedir.
O nedenle yukardaki
kavramlar arasında kurulan bağlantılar söylem düzeyinde ele alınmakta, aralarında
içerik açısından herhangi bir ilişki kurulmamaya özen gösterilmektedir.
SPİNOZA NASIL OKUNMALI?
Geleneksel batı
düşüncesi ise, Spinoza’yı yadsıyan bir tavırla onu etiketlendirerek çeşitli
düşünce akımları içine sıkıştırmaya çalışmıştır. Spinoza sırasıyla; teist ve
ateist, rasyonalist, oryantalist, naturalist, pantheist ya da kara pantheist,
panenteist, determinist, sıradan gizemci, seçkinci ve seçkincilik karşıtı,
aydınlanmacı ve aydınlanma karşıtı, antisemist ve sionist, laisist, pozitivist
ve tabii hukukçu, sözleşmeci ve sözleşme karşıtı, monist, düalist, hedonist,
neo-stoacı, kuşkucu, materyalist ve idealist, nihilist, pro-anarşist, pro-marxist,
liberal ve bireyci, neo-liberal, yapısalcı,post modernist, ve post modernist karşıtı,
varoluşçu, hümanist ve anti hümanist, fizyolojist, yapı sökümcü bir düşüncenin
yaratıcısı olarak sunulur. Bu karmaşık ve çelişkili çeşitlilik, Spinoza’yı bir
yandan yakalanması imkânsız, ama öte yandan da çekici bir düşünüre dönüştürür.
Spinoza yukarıda yazılan Spinoza’ ların
hepsi birden olamayacağına göre, yine de bu kategoriler içinde okumaya
çalışmak, bu okuma içinde Spinoza’dan yola çıkmak en doğru yol olarak
gözükmektedir.
Spinoza’yı okuma
süreci, Spinoza’nın kullandığı her sözcüğe, o sözcüğün genelde taşıdığı anlam
dışında bir anlam yüklediğini öğrenme sürecidir.
Spinoza kendisinden önce kullanılan kavramları
kendi felsefesinin içine çekerken, onlara kendi felsefi düşüncesinde oynayacağı
yeni roller verir. Bu yeni rol dağıtımı Spinoza okumaya başlayanları fena şekilde
avlayabilir, yukarıdaki çelişik kategoriler içinde onu anlamaya başlarız,
yanılabiliriz.
Spinoza okumak,
geleneksel kavramların, genellemelerin, O’nun düşünsel sistemine uygun
olmadığını öğrenmektir. Spinozacı kavramlar, Spinoza’yı etiketlendirme imkânı
vermeyeceğini gösterir. Felsefe akımlarının hiçbiri onu sarıp sarmalayamaz,
sınıflandıramaz. Spinoza düşüncesinin hemen akla getirdiği bazı kavramlar olsa
bile, düşünür yine de tam olarak ne ateist, ne panteist, ne materyalist, ne
idealist olabilir. (Cemal Bali Akal, Varolma Direnci ve Özerklik,s.1-12,Dost
Kitabevi yay.,Ankara,2010).
SPİNOZA’NIN GÜNCELLİĞİ
Spinoza düşüncesinin güncelliği
nereden gelmektedir? Bir felsefe neden günceldir? ‘‘Macherey’e göre, bir felsefe, sadece bir
referans kaynağı yahut tefekkür ve inceleme nesnesi arz ettiği için değil, aynı
zamanda, dert ettiği meseleler ve ortaya koyduğu kimi kavramlar itibariyle,
açıktan yapılan her alıntıdan bağımsız olarak, yazarları artık yaşamıyor olsa
da,yeni zamanlarda geliştirilen başka düşünce biçimlerine eşlik etmeyi
sürdürdüğü […ve] felsefi düşünceye yeni açılımlar kazandıracak fikirler uyandırdığı için geçerli yahut güncel sayılabilir’’ (Peter
Thomas,Felsefi Stratejiler: Althuser ve Spinoza; Marx’tan Spinoza’ya, Spinoza’dan
Marx’a Güncel Müdahaleler,s.209, çev.Emine Ayhan; derl.Eylem Canaslan,Cemal
Bali Akal,Dost Kitabevi Yay.,Ankara,2013).
Bunların dışında, özellikle TTP’ de
yazdıklarıyla, düşünce tarihinin en çok tepki çeken kitabının baştan sona kadar
bir ifade özgürlüğü ve demokrasi savunusu olmasıyla; düşünce özgürlüğünün
herhangi bir monark ya da yönetime devredilemeyeceğini söylemesiyle; kavim,
cemaat, millet gibi şeylerin kurgu olduğunu, doğa’nın cemaatler, kavimler
yaratmadığını, sadece birey yarattığını yazmasıyla; ifade özgürlüğünün önündeki
engeller kaldırılmadan, demokrasiden bahsedilemeyeceğinden, demokrasinin insan
doğasına en uygun rejim olduğunu yüzyıllar öncesinden söylemesiyle günceldir.
Ayrıca, her tekil varlığı kendi
içinde değerlendirmesiyle, tekil varlığın belirlenmiş özü bulunmadığını, özünün
edimsel ve anlık olduğunu, her an sonsuzca karşılaşmalarla belirlenmekte
olduğunu söylemesiyle; tekil canlı varlıklar arasında sıradüzenli bir ilişkiyi
yadsımasıyla, bedenimizin iyi ve kötü karşılaşmalarının insanın zihinsel yönünü
oluşturduğunu söylemesiyle günceldir.
Felsefesinin, her
türlü, aşkıncı, özcü, ikici, kutsallaştırıcı, meşrulaştırıcı ve sıradüzenli
söylemden arınmış ve değişim, değişebilirliğin imkânını bize hâlâ sunabilir
olmasından dolayı, Spinoza günceldir.
ETİKA
Spinoza, baş yapıtı Etika’ya Tanrı bölümüyle başlar, II.bölüm,
Zihnin Doğası ve Kökeni, III. Bölümde,
‘Duyguların Kökeni ve Doğası’, IV.
Bölümde ‘İnsanın Esareti ve Duyguların
Kuvveti’, V. Bölüm ise ‘Aklın Kudreti
ve İnsanın Özgürlüğü’ üzerinedir.
BÖLÜM I. TANRI ÜZERİNE
Tanrı üzerine adlı ilk bölüm sekiz tanımın verilişi ile
başlar.
Tanım
I ;
‘Kendisinin nedeni’ derken, özü
varoluşunu gerektiren şeyi kastediyorum; yani var olmadığı takdirde doğasını
kavrayamayacağım şeyi’’ der Spinoza (burada ki ‘doğa’dan kasıt, o şeyi şey
yapan özüdür). Spinoza ‘kendi kendinin
nedeni olmak’ (causa sui) tan
özü gereği var olanı anladığını yazar.Özü gereği var olan bir şey, zorunlu
olarak var olan, yani var olmadığı bir durum hiçbir biçimde düşünülmeyecek
olandır. Kendisinin nedeni olan şeyin doğası, var olmadığı takdirde kavranamaz.
Çünkü var olmak tam da doğasına özgüdür ya da böyle bir şeyin özü var oluş
gerektirir.
Dolayısıyla
kendisine neden olan bir şey, ezeli olarak etkin bir doğaya sahip olmalıdır, çünkü
ancak etkin bir doğa kendi varoluşuna neden olmaya başlayabilir ve varoluşunu
da hiçbir şekilde sonlandırmaz; bu yüzden sonsuzca ve kesintisiz bir şekilde
var olmaya devam etmek, yani hep kendini etkin bir şekilde gerçekleştirmek
zorundadır. İşte bu nedenle, ‘‘kendi kendisinin nedeni’’ olan, ezeli, ebedi ve
sınırsız olmak zorundadır, Spinoza’ya göre.
Bir bitkisel organizma toprağa
bırakıldığında on yıl sonra onun orada var kalacağı söylene bilir mi? Bırakılan
organizma, özü gereği her durumda ve her koşulda var kalmayı sürdürebilir
varlık değildir. Bu durumda, bitkisel organizmanın özü gereği var olmadığını, yalnızca
var olduğunu söyleyebiliriz.
Tanım
II ; ‘‘Bir şey kendisiyle aynı doğadan
(cins) başka bir şeyle sınırlanabiliyorsa, o şeye kendi cinsinde sonlu denir’’.
‘kendi içinde sonlu olmak’ , Cisim/corpus,
sonludur ve bağımlıdır; ne doğası ve ne de özü bağımsızlık içerir. Uzayda yer
kaplayan bir cisim, bir beden, başka bir bedenle aynı zamanda, aynı yerde
olamaz, böylece bir beden, kendi türünden başka bir şeyle, yani bir başka bedenle
sınırlandırılmış olur. Cins farkı (doğa farkı) olanlar birbirlerini
sınırlandıramazlar, beden-bedenle, beden-cisimle sınırlandırılabilir. Ama bir
beden, bir fikirle sınırlandırılamaz.
Tanım
III ; ‘Töz’
(Cevher, substance; substantia) üzerinedir; Spinoza , ‘‘Töz derken, kendinde
olan ve kendisi aracılığıyla kavranabilen şeyi anlıyorum, yani kavramı başka
bir şeyin kavramından oluşturulması gerekmeyen şeyi’’ der. Kendi başına var
olan ya da kendinde var olan ve ancak kendisinin yardımıyla kavranacak olan, sınırsız
var olan. Spinoza için, Töz’ ün kendi kendisiyle kavranabilmesi demek, kendi
kendisiyle açıklanabilmesi demektir.
Spinoza Töz
terimiyle, sonsuz, sınırsız ya da yaratılmamış olanı, yani Tanrı’yı
kastetmektedir. Buradaki töz tanımı yeni değildir. Descartes’in olduğu kadar,
Aristoteles’ in de benimsediği bir kavramdır. Aristoteles’te çoklu töz kavramı,
Descartes’ta ikili töz kavramına dönüşmüş; Spinoza ise tek töz kavrayışıyla
tamamen farklı bir felsefi program geliştirmiştir.
Tanım
IV ; ‘Sıfat’ (attributum) derken anladığım,
aklımızın Töz’ün özünü kuran şey olarak anladığıdır’’ diyen Spinoza için burada
Töz’ün özünü kuran şey; Töz’ün asıl doğasını, ya da gerçekliğini kuran şeydir. Spinoza’ya
göre Tanrı’nın sıfatları sonsuzdur, ama insan aklıyla Tanrı’nın sıfatları
arasından yalnızca ikisini bilebilir, yani onun yer kaplayan(uzam/cisim) ve
düşünen varlık(zihin) oluşunu.
Spinoza’ya göre, Töz’ün bir
sıfatla kavranması demek bir şey aracılığıyla kavranabileceği anlamına
gelmemesi demektir. Çünkü, sıfat Töz’ün özelliği değil, Töz’e içkin olandır, yani
Töz’ü Töz olarak kuran şeydir, daha doğrusu Töz’ün kendisidir.
Tanım V ;
Spinoza bu tanımda; ‘Tarz’ (modus, tavır) derken Töz’ün hallerini anlıyorum, yani
başka şeyde olan ve hatta bu başka şey aracılığıyla kavranan şeyi’’, der ;
kullandığı sözcük ‘modus’ ; tavır, hal, oluş, tarz anlamlarına
gelir ve Tanrı’nın sıfatlarının sonsuz sayıda değişimini ifade eder, Tanrı’nın
çeşitli halleri, tezahürleri, tarz veya tavırları yani var olan her şey dir.
1-Fakat, Spinoza ‘tarz’ larla ilgili
yukardaki bu genel tanımı, EI.Ö.XXI.’ de şöyle açar;
’’Tanrı’nın herhangi bir sıfatının mutlak doğasından
çıkan her şey (tarz) hep var olmak ve sonsuz olmak zorundadır; başka deyişle
her şey söz konusu sıfattan(düşünce-uzam) dolayı, ezeli-ebedi ve sınırsızdır’’.
Düşünce ve Uzam
sıfatından ‘dolaysız’ çıkan, ezeli ve ebedi olan, hep var
kalacak olan nedir? Bunlar, sonsuz zihin (düşünceye bağlı olarak) ve hareket /durağanlık’tır
(uzama bağlı olarak) yani ‘dolaysız tarzlar’
dır.
2- EI.Ö.XXII.’de
; ‘‘Tanrının herhangi bir sıfatından çıkan her şey (tarz,c.a.), bu sıfat
sayesinde zorunlu olarak var olan ve sonsuz olan bir nitelikle değişime
uğradığında bile, yine de zorunlu olarak var olmak ve sonsuz olmak
durumundadır’’.
Spinoza’nın burada, sonsuz
olan bir nitelikle değişime uğrasa bile zorunlu olarak var olan ve sonsuz
olacak dediği nedir? Yukardaki önermede, düşünce ve uzam sıfatından çıkan her
şey (burada tarz, tavır, modus,c.a.) sonsuzca değişim ve çeşitlenmeye
uğramasına rağmen, zorunlu ve sonsuz olarak olmak durumunda olan; değişmesine
rağmen aynı kalabilen bütün kainatın/evrenin yüzüdür; dolayısıyla düşünce ve
uzam sıfatı altında kavranır, sonsuz ve zorunludur ve ‘dolaylı tarzlardır’.Tarz (tavır,modus)’ ların ‘dolaylı/aracılı’ ve ‘dolaysız/aracısız’
olmaları nereden çıkmaktadır? Aşağıda yazılan önermenin hemen arkasından
yapılan açıklamayla birlikte okunduğunda bu tarzların ‘dolaylı’ ve ‘dolaysız’
olarak var olduğunu görürüz.
Spinoza, EI.Ö.XXIII.’de ‘‘Zorunlu olarak var
olan ve sonsuz olan her tavır (tarz, modus), ya Tanrı’nın herhangi bir
sıfatının mutlak doğasından zorunlu olarak çıkmalıdır, ya da zorunlu olarak var
olan ve sonsuz olan bir nitelikle değişime uğramış herhangi bir sıfatından’’. Bu
Önerme’nin açıklamasında ise şöyle yazar; ‘‘O halde zorunlu ve sonsuz olarak var olan bir tavır, Tanrı’nın
herhangi bir sıfatının mutlak doğasından çıkmalıdır, ya dolaysız yolla
çıkmalıdır ya da bu sıfatın mutlak doğasından ileri gelen belli bir değişime
bağlı olarak, yani zorunlu ve sonsuz olarak var olan bir değişime bağlı olarak,
dolaylı yolla’’(kelimelerin
altı tarafımdan çizilmiştir c.a.).
Bu
önerme ve açıklamaya bağlı olarak; Spinoza’ya; A) Bir sıfatın mutlak doğasından
‘dolaysız’
çıkan şeylerin ne olduğu; B)Bu nitelikten çıkan ve sonsuz bir tarz oluşa (değişime
uğrayan),herhangi bir başka tarz dolayımıyla
meydana gelen şeylerin ne olduğu ve her iki tarz grubuna ilişkin olarak, mektupla
Tschirnhausen tarafından sorulan sorulara, yine mektupla Spinoza şu yanıtları
vermiştir: ‘‘ilk türe (A) ilişkin istediğiniz örnekler şöyledir: Düşünce söz
konusu olduğunda, mutlak ölçüde sonsuz zihin; uzamlılık söz konusu olduğunda, hareket
ve durağanlıktır. İkinci türe (B) ilişkin bir örnek, sonsuzca çeşitlenmekte olmasına
rağmen daima aynı kalabilen bütün evrenin yüzüdür’’.
3-EI.Ö.XXVIII.’de ‘‘Tekil bir şey, yani
sonlu ve sınırlı var oluşa sahip herhangi bir şey, kendisi gibi sonlu ve
sınırlı var oluşa sahip başka bir neden tarafından var olmaya ve bir eyleme belirlenmedikçe,
ne var olabilir ne de bir eyleme belirlenebilir; aynı şekilde bu başka neden de
kendisi gibi sonlu ve sınırlı var oluşa sahip diğer bir neden tarafından var
olmaya ve bir eyleme belirlenmedikçe ne var olabilir ne de bir eyleme belirlenebilir;
bu böyle sonsuza dek sürer’’. Spinoza bu önerme aracılığıyla; Tekil bir şeyin
tanımını vermekte ve ‘sonlu bir tarz’,
var olmak ve eylemde bulunmak için, kendisi de sonlu ve sınırlı bir tarz
tarafından belirlenmek zorundadır, demektedir.
‘Sonlu tarz’ ların, yani fizik dünyada gördüğümüz her şey olan; insan, çilek,
dağ, okyanus vb. doğrudan Tanrı’nın bir niteleyenin mutlak doğasından çıkmayıp;
Tanrı’nın bir niteleyeninden ‘dolaylı’ çıkıp ‘sonsuzca çeşitlenmesine rağmen
daima aynı kalabilen bütün Evren’in yüzünün’ (dolaylı tarz) bir parçası olan
Dünya’da, doğa yasaları uyarınca başka ‘sonlu tarz’ ların belirlenimciliğiyle
türeyenler olduğunu söyleyebiliriz.
Tanım VI
; Spinoza, ‘Tanrı’ ile ilgili bu tanımda, ‘‘Tanrı derken mutlak anlamda sonsuz
varlığı anlıyorum; başka deyişle her biri ezeli, ebedi ve sınırsız özünü ifade
eden sonsuz sıfatlardan ibaret olan tözü’’ der. Tanrı, sonsuz ve sınırsız
tözdür,‘ Deus sive Natura ’ olarak ‘ Tanrı ya da Doğa ’ dır.
EI.Ö.XI’de ‘
Sonsuz töz ya da Tanrı ’ diyen Spinoza, E.I,Ö.XIV’de Tanrı’dan başka Töz’ün
olamayacağını ve kavranamayacağını ileri sürerek Tanrı ve Töz’ün bir ve aynı
şey olduğunu vurgular.Bundan böyle ‘Tanrı ya da doğa’ dediğimizde aklımıza
gelecek olan bu ‘Töz’ tektir.
Töz,
sonsuz sayıda ‘sıfat’ (niteleyen, Attributum)
içerir ve bu sıfatlardan her biri, o aynı ‘Doğa/Tanrı’ nın sonsuz ve sınırsız
özünü ifade eder. Tanrı ezeli ve ebedi dendiğinde, hem varlığının, hem de
sıfatlarının ‘ezeli ve ebedi’ olduğu anlaşılır.
Spinoza, Doğada, olumsal hiçbir şeyin
olmadığını şeylerin ‘tanrısal doğa’ nın,
zorunluluk ilkesi altında var olduğunu
ve eylemde bulunduğunu belirtir: ‘‘Doğada
olası hiçbir şey yoktur; tersine her şey tanrısal doğanın zorunluluğu
sonucunda, belli bir şekilde var olmaya ve bir eyleme belirlenmiştir’’.
EI.Ö.XXIX. Bu önerme’nin ekinde ise Spinoza, ‘ doğalaştıran doğa’ ve ‘ doğalaşan
doğa’ terimlerinden ne anladığını yazar;‘
Natura Naturans ’ ile ‘ kendinde olanı ve kendi kendisiyle kavrananı ’ anlamamız
gerekir, Tanrı yani ‘ doğalaştıran doğa ’
yı ; ‘‘Tanrı’nın doğasından ya da Tanrı’ nın herhangi bir sıfatından
zorunlu olarak çıkan her şey’’ den ise ‘Natura
Naturata’ yani ‘ doğalaşan doğa’ yı
anlamamız gerekir,diye yazar.
‘ Natura Naturans’ saf eylemdir, dıştan
belirlenmediği, kendi doğası gereği eylediği için de özgür dür, aktiftir ve
gücü eylemle sürekli ifade olunandır; ‘ Natura Naturata ’ ise, kendinden
belirlenmediği, karşılaşmaların belirlenimiyle eylemek bakımından pasiftir, özgür
değildir. Bu kavramlar birbirlerini dıştan değil, içten sınırlarlar, dıştan
belirlemezler, birbirlerine aşkın değildirler, içkindirler.
Spinoza, bir çok yerde, Doğa’nın
gücünden ve yasalarından, Tanrı’nın gücünü anladığını açık bir şekilde belirtmiştir.
‘‘Üstelik, Doğanın gücü, Tanrı’nın gücünden başka bir şey olmadığı için, doğal
nedenleri bilmediğimiz ölçüde, kuşkusuz Tanrı’nın gücünü de anlayamayız. Demek
ki herhangi bir şeyin tabii nedenini bilmiyorsak, yani tam da bu yüzden
Tanrı’nın gücünün ne olduğunu bilmiyorsak, açıklama için söz konusu güce
başvurmak budalalık olacaktır. ‘‘(Spinoza,Teolojik Politik İnceleme, S.65,çev.Ergün,Reyda;Akal,Cemal
Bali,Dost Kitabevi yay.Ankara,2012).Yine TTP’ de Spinoza,’’Tanrı yönetiminden
tabiatın sabit ve değişmez düzenini, yani tabii şeylerin zincirleme
bağlantısını anlıyorum’’ demektedir. ‘‘(Spinoza, Teolojik Politik İnceleme,
S.84,çev.Ergün, Reyda; Akal, Cemal Bali, Dost Kitabevi yay.Ankara,2012).
EI.Ö.XV’de, ‘‘Var olan her şey
Tanrı da vardır ve Tanrı olmadan hiçbir şey var olamaz ve kavranamaz’’ denir. Bir
şeyin Tanrı’da olması, ne anlama gelir? Tanrı sonsuz çeşitlilikte bu şeyleri
içinde bulunduran, bir hacim-bir boşluk mudur? Eğer önermeyi böyle ele alırsak;
Spinoza düşüncesinden ayrılmış oluruz (Ç.Balanuye, Spinoza, Say yay.,İstanbul,2012)
Spinoza’ya göre ‘ her şeyin Tanrı’da var olması
’ sonsuz çeşitlilikteki varlık toplamının (varlığa gelmiş, varlıkta olan,
varlığa gelecekler de dahil olmak üzere) Tanrı’nın bir tarzı, tavrı, hali ya da
etkisi olması anlamına gelir. Tüm bu öncesiz ve sonrasız ve sonsuz tarz oluş,
Tanrı’nın bizatihi varlığını oluşturur. Hiçbir tarzın Tanrı dışında bir başka
varlığın tarzı olmaması anlamında ‘ her ne varsa Tanrı’dadır ’; ve bir tarz (modus)
yalnızca Tanrı’nın özünden türediği için “hiçbir şey Tanrı olmaksızın var
olamaz ve kavranamaz ”.
Spinoza’nın Tanrı’sı, eylemleri
sonsuz sayıda sıfatlarıyla farklı biçimlerde kavranabilen, durup düşünüp,
tasarlayarak değil, doğası gereği sürekli işleyen, eyleyen, bu yapıp etmelerle
de sonsuz sayıda zorunlu olarak ‘modus’ (tarz,
tavır, oluş, hal) üreten bir Tanrı’dır.
EI.Ö.XVIII.’de ise; Tanrı’nın var
olan her şeyin nedeni olduğu yinelenir; “Tanrı her şeyin geçici değil, içkin nedenidir.”
Spinoza’da Tanrı; varlıktan ayrı, âlemi üretip bir kenara bırakan değil; onları
yani şeyleri kendi doğasına bağlı kendinde içkin bulundurandır. Spinoza’da
varlığa aşkın, varlığın üstünde ‘ bir ’ Tanrı yoktur, bunların hepsi varlığa
içkindir.
‘‘İçkinliğin
ancak kendine içkinlik olduğunu ve böylece sonsuzun devinimleriyle katedilen, yoğunlaştırıcı
ordinatlarla dolu bir düzlem olduğunu tastamam bilen kişi, Spinoza’ydı. Bu
yüzden filozofların prensidir o. Belki de aşkınlıkla hiçbir uzlaşmaya girmeyen,
onu her yerden kovup çıkaran tek filozof odur. Sonsuzun devinimini turlamış ve Ethika’nın son kitabında, bilginin
üçüncü türü içinde düşünceye sonsuz hızlar kazandırmıştır. Burada öylesine akıl
almaz hızlara, öylesine çarpıcı kısaltmalara ulaşır ki, bunu tanımlamak için
ancak müzikten, tayfundan, rüzgardan ve de bağlardan söz edilebilir’’ (G.Deleuze,
F.Guattari, Felsefe nedir?,S.49,Yapı Kredi Yay.,İstanbul,1993).
‘‘Bu içkinlik düşüncesi, felsefe tarihinin
en gelişkin içkinlik düşüncesidir. İçkinlik, evrenin dışında aşkın bir Tanrı’yı
reddeden bir düşünce değildir yalnızca. Hiçbir şeyin, genel ve yargılayıcı,
üstte yer alan söylemlerin tahakkümünden kurtulmasıdır. Yalnızca kendi tekil
var olma çabasıyla görünür olmasıdır. ‘Hiçbir şey, bir şeye göre’, ‘bir şey
için’, ‘bir şeye kıyasla’, ‘ bir şey yolunda’ v.s. değildir. Şeyler, ancak
kendilerinden çıkan ölçütlerle, kendilerine özgü üretimleriyle değerlendirilirler.
Dünya ne dilsel-mantıksal kategorilerle, ne de verili değerlerin muğlaklığıyla
kavranır bu düşüncede. İçkin evren kavrayışında, dünya ilişkilerdir, şeyler de
ilişki tarzları, etkilemeler, etkilenmeler, yoğunlaşmalar ve çözülmeler,
birleşmeler, dağılmalardır. Spinoza’nın ürkütücü kavramsal aygıtının altındaki
sezgi/akıl budur işte.
Bu biricik düzlemdeki
şeylerin ilk nedenlerini ve ilişkilerini
temellendiren ilkeyi (zorunluluk) açıklamak kadar, kendilikleri içinde tekil
şeyleri anlama çabasıdır bu; “Tekil şeyleri anladıkça, Tanrı’yı daha iyi
anlarız” (EV.Ö.XXIV),(Spinoza-Blyenbergh,KötülükMektupları,çev.A.Nahum,s.25,Norgunk
Yayıncılık,İstanbul,2008).
Ulus Baker’e göre, Teolojinin Tanrı’yı bir ‘
kullanım değeri ’ olarak sahiplendiği, devreye soktuğu ölçüde, Spinoza’nın ‘Tanrı
fikrini kendi pratik felsefesinin temel dayanağı haline getirmesi suçlanacak
bir girişim değildir’.
Teolojinin Tanrı’sının yerine, Descartes’in
felsefi Tanrı’sını değil, kendi Tanrı tasarımını, metafiziğinin içine katar ve ‘ Deus sive Natura ’; ‘ Tanrı ya da Doğa ’
diye formüle eder. Spinoza, her ne kadar Tanrı’dan bahsetmişse, bir o kadar da
Tanrı tanımazlıkla suçlanmıştır. Teolojinin ya da kurumsal dinlerin, insan
biçimci, insani özellikler atfedilen Tanrısı kesinlikle felsefesi dışındadır,
bu açıdan Tanrı tanımazdır.
‘‘Spinoza’nın bu
kadar Tanrı’dan bahsetmesi, Rönesans ressamlarının Tanrısal temaları sürekli
olarak kullanmasına benzetilir. Rönesans ressamları da, ilahi temaları
resmederek, formun ve desenin özgürleşmesine, temalar ve renklerin
çeşitlenmesine yol açmışlardır. Spinoza’da, pratik felsefesinin ‘en üstün
kıvancı’ serbest kılabilmek için Tanrı’yı kullanacaktır’’ (G.Deleuze, Spinoza
üzerine Onbir Ders, çev.Ulus Baker, Kabalcı yay.,İstanbul,2004).
‘‘Spinoza Tanrı’nın ‘ tüm şeylerin geçişli
değil, içkin nedenidir ’ olduğunu ileri sürerek on yedinci yüzyılın teolojik
düzeninde skandal yaratmıştır. Spinoza,Yahudi-Hıristiyan ortodoksisinin,(sonlu)
yaratımlarına önsel ve dışsal bir (sonsuz) Tanrı olan aşkın yaratıcısı yerine, -zihnin
tözün özünü kurmasına olanak tanıyan- sonsuz sayıda sıfattan oluşan ve sonlu
dünyanın kendiliklerini oluşturan farklı tarzlara girerek değişen tek bir
tözün; mutlak olarak sonsuz ve kendi kendisinin nedeni(causa sui) olan tek bir
tözün (Deus sive Natura) olduğunu ortaya koymuştur.Tanrı, bir insanın sahip
olduğuna benzer sıfatlara; söz gelimi bir iradeye, arzuya, iştaha, yani her
türden eksiklik ve sınırlılık emaresine sahipse, gerek Yahudi, gerekse Hıristiyan
ortodoksinin yaptığı gibi, her şeyi bilen, her şeye kadir ve sonsuz bir
Tanrı’dan bahsetmenin hiçbir anlamı yoktur. Spinoza’ya göre, bu çelişkinin tek
çözümü; Tanrı’yı, hiçbir sınırlama getirilemeyecek olan, sonsuz güçlere sahip, mutlak
anlamda sonsuz bir varlık olarak, yanlış bir sonsuzluk değil de, doğru bir
sonsuzluk olarak kavramaktır. Sonlunun somutluluğunun karşısına, bir soyutlama
olarak kavranan sonsuzu koymak, üstesinden gelinmesi gereken öncelikli (insanca,
pek insanca) önyargıdır’’ (Thomas, Peter,Felsefi Stratejiler: Althuser ve
Spinoza; Marx’tan Spinoza’ya,
Spinoza’dan Marx’a Güncel Müdahaleler, S.220-221,çev.Emine Ayhan ;derl. Eylem
Canaslan, Cemal Bali Akal, Dost Kitabevi Yay.,Ankara,2013).
Burada artık Tanrı, ne dinsel ne
de ahlaki sorumluluğun hesap sonucu makamı olarak Tanrı’dır. Yaratıcı olarak,
aşkın, Âlemin dışında varsayılan bir yaratan değil; ‘ezeliyet-ebediyet’ formu altında, zorunlu olarak var olan ve
üreten, ereksel olmayan, sonsuz sayıda sıfatlardan müteşekkil Töz’ün ifadesi
olarak; şeylerin geçici değil, içkin nedeni olan ‘Tanrı ya da Doğa’.
Tanım VII ; Bu tanım ‘zorunlu ve özgür’ üzerinedir; ‘‘Salt
kendi doğasının zorunluluğu sonucunda varolan ve eylemini sadece kendisi
belirleyene özgür denir; başka bir şey tarafından var olmaya ve kesin olarak şu
ya da bu şekilde bir şey yapmaya zorlanana ise zorunlu ya da daha doğrusu
kısıtlı denir’’. Buradaki özgürlük, ‘‘özgür irade’’ ifadesinde kastedilen
anlamda bir irade özgürlüğü değildir.
Tanım
VIII ; Bu
tanımda, ‘‘ Ezeli ve ebedi derken, ezeli
ve ebedi bir şeyin tam da tanımından zorunlu olarak anlaşılacağı üzere bizzat
varoluşu anlıyorum’’ diye yazar Spinoza.
Aynı tanımın açıklamasında
şöyle devam eder, ‘‘Çünkü böyle bir varoluş, tıpkı şeyin özü gibi, ezeli ve
ebedi hakikat olarak anlaşılır ve bu yüzden ne süreyle ne de zamanla
açıklanabilir; hatta süre, başlangıcı ve sonu olmayan bir şey olarak anlaşılsa
bile’’. Bir şeyi var eden, mutlak anlamda zorunluluksa o şey ezeli-ebedidir; var
olması zamana bağlı değildir, zorunlu olarak vardır.
BÖLÜM II. ZİHNİN DOĞASI VE KÖKENİ ÜZERİNE
Zihin/beden
sorunsalı bilindiği gibi felsefenin temel konusudur, bu soruna Descartes’ın
getirdiği çözüm; beden ve beyin ile zihin ve düşünceyi ayrı bir varlık gibi
görmekti. Yaratılan bu ikiliğin çözülememesi sonucunda, Descartes’ın iki tözlü
teorik çözümü yadsındı; ayrıca sezgilerimiz ve bilimin geldiği nokta da bu iki
şeyin, ayrı değil aksine birbirine geçmiş bir bütün olduğunu bize gösterdi.
Bu soruna, maddecilerin getirdiği çözüm
bilindiği gibi, gerçekliğin maddi olduğu, zihin ve zihinsel süreçlerin bedenin
ya da maddenin bir sonucu olduğunu söylemektir. ‘ İdealistler ’ ise -farklı alt
dalları olmasına rağmen- tam tersini savunarak, gerçekliğin ‘ zihinsel ’
olduğunu, beden ve tüm maddi varlıkların bunun sonucu olduğunu ileri
sürmektedirler (Berkeley tam da bunu savunur).
Spinoza’nın temsilcisi olan
monizm (tekçilik) ise, zihin ve bedeni aynı gerçekliği (Tanrı ya da Doğa) ifade
eden ve aralarında hiçbir nedensellik ilişkisi kurulmayan iki farklı kavrama
alanı olarak ifade eder. Spinoza’nın tekçiliğinin içerdiği metafizik kabuller nedeniyle,
görüşünün bu gün olduğu gibi kabul görmemesine karşın, Spinoza’yı kendi öncülü
sayan pek çok bilim insanı ve düşünür de olduğu bilinmektedir. Spinoza
düşüncesinde; bedenle zihin arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi
kurulmamakta, biri diğerine indirgenmemekte; başka bir deyişle, biri diğeri ile
açıklanmamış olmaktadır.
Bu güne kadar bilim veya diğer disiplinler
tarafından, indirgeme yönünde yeterli kanıt ortaya konamamış olmakla, Spinoza’nın
Etika’da yazılan bu konudaki görüşleri; yani ‘beden ve zihnin aynı hakikatin
iki farklı ifadesidir’ diyen düşüncesi, çürütülememiş gözükmektedir.
Bu gün bilimdeki genel eğilim, zihnin
beynin bir işlevi olduğu, dolayısıyla en geride, atomların ya da atom altı
parçacıkların özel bir organizasyonu sonucu belirdiği yolundadır. Bununla birlikte,
beyinde nesnel olarak gerçekleşen nöron hareketleriyle, bu hareketlerin sonucu
olabilecek öznel duyumların hemen hemen eş-zamanlı olduğu unutulmamalıdır. Öyleyse,
eğer bilimdeki fizikalist öngörü doğru çıkarsa, ‘ beden ve zihnin aynı
hakikatin iki farklı ifadesidir ’ diyen Spinoza’nın yanılgısı, beyindeki
aktivasyonla beynin sahibinin öznel duyumu arasındaki süre kadar çıkacaktır(Ç.Balanuye,Spinoza,say
yay.İstanbul,2012).
Spinoza’ya
göre zihin, canlılık basamaklarında sadece insan gibi varlıklara aittir. Tanrı’yı
sadece iki sıfatı aracılığı ile bilebiliriz. Yer kaplayan sıfat olarak madde ya
da beden; düşünen varlık olarak zihin.
‘‘Düşünce Tanrı’nın
bir sıfatıdır: yani Tanrı düşünen varlıktır’’ (EII.Ö.I). ‘‘Yer kaplama Tanrı’nın sıfatlarından biridir, başka
deyişle, Tanrı yer kaplayan varlıktır’’ (EII.Ö.II). Spinoza, EIII.Ö.II’nin ekinde
zihin ve bedenin bir ve aynı şey olduğunu, zihnin düşünce sıfatı altında,
bedenin de yer kaplama sıfatı altında kavrandığını belirtir.
Spinoza’ya göre; ‘‘Doğal düzen
ya da olayların birbiriyle bağlantısı tektir, dolayısıyla bizim bedenimizin
etkin ve edilgin halleriyle kesişir’’. Bunu şöyle de ifadelendirebiliriz; ‘‘Bedenimizin,
eylemlerinin ve tutkularının düzeni, doğası gereği zihnimizin eylemleri ve
isteklerinin düzeniyle yan yana gider veya işleyişi aynıdır’’. E.II,VII. Önermeyle
bu ifadeyi bağlayabiliriz: “Fikirlerin düzeni ve bağlantısı şeylerin düzeni ve
bağlantısıyla aynıdır”.
Zihin beden birliğine giden önermelere
dönersek; EII.XII. önermede; ‘‘insan zihnini kuran fikrin nesnesinde olup biten
her şey insan zihni tarafından algılanmak zorundadır, ya da olup biten her
şeyin fikri o zihinde olmak zorundadır. Şöyle dersek, insan zihnini kuran bir
bedense, bu bedende zihin tarafından algılanmayan bir şeyin olmaması mümkün değildir’’.
XIII. önerme ise; ‘‘insan
zihnini kuran fikrin nesnesi bedendir; yani fiili olarak var olan belli bir yer
kaplama tavrıdır, başka bir şey de değildir’’.Buradan çıkan sonuca göre, insan
zihin ve bedenden ibarettir ve insan bedeninin var olması, insanın onun
farkında olmasına bağlıdır. (İnsan bedeni biz onun farkında olmamız bakımından
vardır anlamına gelmez).
EIII.ÖII.’de ‘‘Beden zihnin düşünmesine neden
olamaz, aynı şekilde, zihin de bedenin hareket etmesine ya da hareketsiz
kalmasına veya herhangi başka bir durumuna-eğer başka durumlar söz konusuysa-
neden olamaz’’. Spinoza bunu şöyle kanıtlar: ‘‘Tanrı düşünen bir şey olarak
görüldüğü ve başka bir sıfat altında açıklanmadığı sürece tüm düşünce
biçimlerinin nedenidir. Öyleyse, zihnin düşünmesine neden olan bir düşünce
halidir, yer kaplama hali değil; yani beden değildir; birinci kanıt budur. İkincisine
gelince; bedenin hareketi ya da durağanlığı başka bir cisimden kaynaklanmak
zorundadır; zaten bu başka cismin de hareketi ya da durağanlığı başka bir cisim
tarafından belirlenmiştir; ve mutlak olarak bedende olup biten her şey,
Tanrı’dan doğmak zorundadır, tabii Tanrı bir düşünce haline değil de sadece bir
yer kaplama haline sahip olarak düşünüldüğünde; yani bedende olup bitenler
düşünme halinden kaynaklanamaz; bu da ikinci kanıttır’’. Devamındaki not’ ta
ise şöyle yazar; “..Bedenin sadece zihnin emirleriyle hareket ettiğine ya da
hareketsiz kaldığına, sadece zihnin isteğine ve düşünme yetisine bağlı olarak
etkinlikte bulunduğuna öyle kani olmuşlar ki; şimdiye kadar hiç kimse bedenin
neler yapabileceğini onlara göstermemiş, başka deyişle hiç kimse kendi
deneyimleriyle bedenin zihinden hiçbir etki almadan, sadece cisimsel olarak
düşünülen doğa yasalarına bağlı olarak neler yapabileceğini ya da neler
yapamayacağını henüz öğrenmemiş…”
Spinoza, II.bölümün son iki önermesini
‘ özgür iradenin’ imkânsızlığı üzerine yazmıştır. I.Bölüm’de bahsedilen tek töz
‘Tanrı ya da doğa’, ‘ kendi kendisinin nedeni olmak ’ bakımından özgür olsa bile, ‘kendi kendinin
nedeni’ olmak dışında bir seçeneği olmadığı bakımından ‘ özgür irade ’ sahibi
değildir. ‘
‘Tanrı ya da
Doğa’dan çıkan tüm tarzlar (dolaylı/dolaysız) ise bu anlamda ne özgürdür ne de
özgür irade sahibidir. Spinoza insanların, eylemlerinin farkında bulunduklarını
fakat eylemlerinin nedenlerinin farkında olmadıkları için kendilerini özgür bir
iradeye sahip oldukları duyusuna kapıldıklarını söyler. EII.ÖXVIII.’de Özgür
irade üzerinedir: ‘‘Zihinde mutlak ya da özgür irade diye bir şey yoktur, sadece
zihnin bir nedene bağlı olarak şu ya da bu seçimi yapması belirlenmiştir; aynı
şekilde bu neden de başka bir nedene bağlı olarak belirlenmiştir, bu başka neden de, yine başka bir nedene bağlı olarak
belirlenmiştir ve bu böyle sonsuzca sürer gider’’.
EII.XVIX.Ö’de ise, ‘‘Zihinde seçim diye bir
şey yoktur, yani bir fikrin fikir olarak içerdiğinden başka bir olumlama ya da
olumsuzlama yoktur’’, denmektedir. Spinoza, bu iki önerme ‘sonucu ve
kanıtlamasında’ şu yargıya varır: ‘‘İrade ve akıl bireysel isteklerimizden ya
da fikirlerimizden başka bir şey değildir. Bireysel istekler ve fikirlerse bir
ve aynıdır; o halde irade ve akıl bir ve aynı şeydir’’.
Böylece Spinoza, başka
bir deyişle, zihinde yerleşik bir mekanizma olarak, ayrı bir irade yetisinin
bulunmadığını göstererek; insan zihninin, sonlu ve sınırlı bir düşünce tarzından
başka bir şey olmadığını, bu nedenle de ‘özgür’ olamayacağını belirtir.
BÖLÜM III.DUYGULARIN KÖKENİ VE DOĞASI ÜZERİNE
Spinoza bir filozof olarak, insanın
doğasını, bilincini ve bilinçaltını, dürtü ve arzusunu, düşünce ile tutkular
arasındaki ilişkiyi Freud’dan, modern psikoloji ve psikoterapiden çok daha önce
tanımlamıştır. Spinoza, tutkularımızdan dolayı, daha az acı çekmenin, daha
etkin ve daha mutlu bir insan haline gelebilmenin olanağını görür.
Son
yirmi yılda filozoflar, genel olarak da felsefede, duygulara gösterilen ilgi ve
özel olarak ise felsefenin pratik ve hatta iyileştirici bir dalının ortaya
çıkması nedeniyle Spinoza’nın Duygular Öğretisi’yle daha çok ilgilenmeye
başlamışlardır.
Spinoza
insan bilinci ve düşüncesinin fiziki süreçlerle örtüştüğünü, beynin nasıl
çalıştığını, özerk bir özne olmaksızın ve özgür iradeye sahip olmaksızın nasıl
öğrenebildiğimizi, unutabildiğimizi ve hatırlayabildiğimizi biliyor
görünmektedir. Spinoza’yı hem toplumsal olarak güncel hem de kişisel olarak
anlamlı kılan şeylerden biri de budur.
Spinoza
Etika III. Bölüm’de yer alan ‘ Duyguların Kökeni ve Doğası’ bölümünün ‘ önsöz ’
ün de şöyle yazar; ‘‘Dolayısıyla aklımıza gelebilecek bütün her şeyin doğasını
anlamaya çalışırken izleyeceğimiz yöntemde bir ve aynı olmalıdır, yani her şeyi
doğanın evrensel yasaları ve kuralları ile anlamalıyız.
Öyleyse kendi
kendine meydana geldiği düşünülen nefret, öfke, kıskançlık gibi duygular da, diğer
bütün tekil şeyler gibi, aslında doğanın zorunluluğundan ve kudretinden
kaynaklanmaktadır’’, Spinoza, devamında ise “Bu yüzden duyguların doğasını, gücünü
ve zihnin bu duygular üzerindeki hakimiyetini incelediğim bu bölümde de, Tanrı
ve zihni incelediğim önceki bölümler de kullandığım yönteme başvuracağım ve
insanın eylemlerine ve isteklerine sanki; geometrik çizgilerden, yüzeylerden ve
cisimlerden söz ediyormuşum gibi yaklaşacağım” der.
O duygulardan tiksinmez, anlamaya çalışır.
Duygu derken de III.Bölüm, III. tanımda, “ bedenin etki gücünü çoğaltan ya da
azaltan, bu güce yardımcı olan ya da onu engelleyen bedenin değişik hallerini
ve aynı zamanda bu haller hakkındaki fikirleri kastediyorum” der.
‘‘Spinoza’yı, Descartes’ın ve tüm
batı felsefesinin karşısında konumlayan kuramı, zihin ve beden olarak bir ve
aynı şey dediği, zihin-beden birliği olarak adlandırdığımız bu kuram
Spinoza’nın bütün etik söylemini ve politika düşüncesini üzerine oturttuğu ‘Duygular
Kuramına’ bağlanır (Reyda Ergün, Spinoza’da Kadın ve Kadınların Spinoza’sı;s.139,
‘Spinoza Günleri 2’ İçinde, İst.Bilgi Üniv.Yay.).
İnsan
bedeni, değişik doğalara sahip sonsuz sayıda parçadan oluşan bileşik bir bireydir.
O nedenle de sonsuz sayıda şey tarafından duygulandırılmaya aynı zamanda sonsuz
sayıda şeyi duygulandırmaya muktedirdir.
İnsan
zihnini yapan/oluşturan şey de, bedenin başka bedenlerle karşılaşmaları
sonucunda, bedende oluşan bu duygulanışlardır (affectio). Bu duygulanışların
ideasına ise biz duygu (affectus) deriz. Her duygulanış zorunlu olarak, bir
duygu gerektirir.
Spinoza’ya göre, aslında 3 temel duygu
vardır. Arzu (cupiditas), sevinç (laetita) ve keder(tristita); diğer tüm
duygular bu üç temel duygunun çeşitlemeleridir. Bu nokta da Spinoza’nın
duygular kuramı; Conatus Kuramı’yla bir araya gelir, eklemlenir, birlikte çalışmaya
başlar.
Conatus (çaba, hayatta kalma direnci): EIII.Ö.VI.
‘‘Tek tek her şey var olduğu sürece, kendi varlığını sürdürmeye çabalar’’. Spinoza
’ya göre, var olan her şey kendisine ait varlığını kendi kendine sürdürmeye
çaba sarf eder ya da başka deyişle, her şey kendi varlığını sürdürme
eğilimindedir. İşte bu eğilim ya da çaba (conatus) şeyin fiili özüdür (Spinoza,Ethica,çev.Dürüşken,Çiğdem,s.406,Kabalcı
Yay.İstanbul,2012).
Tekil
varlıkların gücü, çabası sürekli olarak başka tekil varlıkların gücü ve
çabasıyla belirlenir
Bu belirlenim tekil
varlığın Conatus diye adlandırdığımız kudret, direnç ya da çabasını
arttırdığında biz buna sevinç diyeceğiz, azalttığında ise keder/üzüntü
diyeceğiz. Diğer tüm duygular, ya sevinç tabanlıdır, ya da keder tabanlıdır,
bundan türerler.
Üzüntü, kudret azalışına, sevinç ise kudret
artışına neden olurken; beden/zihin birliği gereği olarak bedenin kudreti
azaldığı veya arttığında, buna neden olan şeyin ideası da zihnin düşünme gücünü
artıracak ya da azaltacaktır (EIII.Ö.XI).
‘‘Spinoza’nın ortaya koyduğu bu teorik
çerçeve, tekil varlıkların, değişmez ve birbirleri arasında sıra düzenli bir
özleri olduğunu reddeder. İnsan bedeni ve zihni, sürekli olarak sonsuz
etkilenmeye maruz kalmakta ve bunlarla belirlenmekte olduğundan; belirli ve değişmez
bir özden bahsedemeyiz. Bahsedeceksek yalnızca, bu ya da şu insanın herhangi
bir andaki edimsel bir özünden bahsedebiliriz (Reyda Ergün, Spinoza’da Kadın ve
Kadınların Spinoza’sı;s.140, ‘Spinoza Günleri 2’ İçinde,İst.Bilgi Üniv.Yay.)’’.
Üçüncü temel duygu olan ‘arzu’ (cupiditas) ya
gelince; “kökeni akıl olsun, ya da olmasın, her tür arzu doğanın ürünüdür, tümü
insanın varlığını korumak için harcadığı doğal gücün açığa çıkışıdır’’ (Spinoza, Politik İnceleme, çev.Murat Erşen, Dost
Kitabevi yayınları,Ankara,2009).
Bir çok düşünür, insan-merkezli
bir evren anlayışı gereğince, canlı varlıklar içinde ‘akıl’ sahibi görülen
insanın aklını tehdit eden bir dürtü olarak ‘arzu’ yu incelemişlerdir.
Filozoflar, duygu ve duygulanışları, araştırdıklarında, arzunun nasıl
bastırılacağını, ya da akılla nasıl kontrol altında tutulacağını göstermek
adına yapmışlardır.
Spinoza ise tam tersine, insani eylemlerin kökenine arzuyu koyarken,
arzuyu kötücül eylemlerin nedeni olarak gören insan doğasına dair skolastik
düşüncenin karşısında konumlanmıştır.
O’ nun içkinlik
düşüncesinde, var olan hiçbir şey ne iyi ne de kötü olabilir; sadece vardır,
insanın kendisi ve her türlü eylemi gibi. Spinoza’ya göre, İnsan hiçbir şeyi o
şey iyi olduğu için istemez, elde etmek için uğraşmaz ya da arzulamaz; tam
aksine, o şeyi arzuladığı, istediği için o şeye iyi der. Spinoza tarafından
yapılan bu tespit, tüm tek tanrılı dinlerin ahlaki öğretilerine ve pek çok
ahlak okulunun bu konudaki tezlerine karşıt bir konumlanıştır. Bu içkinci etik sistemde,
iyilik ya da kötülük yoktur. Doğa bu tür yüklemler yüklemez; iyi ve kötü,
sevinç verici/üzüntü verici karşılaşmalara indirgenir. İçkinlikte, iyinin ve
kötünün ne olduğuna hükmederken dikkate alınacak değerler yoktur. Burada, etik
ve ahlak; içkinlik ve aşkınlık karşıtlığıyla tamamen iki farklı düzlemdir.
Spinoza,
Etika’da, TTP ve TP (Tractatus Politicus-Politik İnceleme)’ de
de; insanın eylemlerinin belirleyenleri içinde aklın rolünün son derece az
olduğunu anlatır. Ona göre insanın eylemlerini “Appetituslar” yönetir, yani
iştahlar. İnsanlar iştahlar aracılığıyla, nesnesinden de habersiz oldukları bir
şeyi ele geçirmeye çabalarlar. Arzu, bu yönelimin bilincinde olma, kişinin
yöneldiği nesneyi bilme durumudur.
İnsanın
iki temel duygu arasında, karşılaşmalara bağlı olarak, sevinçli duygularla, kederli
duygular arasında, salınmasına Spinoza ruhun dalgalanması (Fluctitio Animo)
diyecektir. Spinoza’da tüm duygular kişiseldir, özneldir, hayal gücü
gerektirirler.
Spinoza, ayrıca üzüntülü
duygularla bizi etkilemek isteyenlerin bir tezgâhını ifşa eder. “Rahibin
cemaatinin üzüntüsüne ihtiyacı vardır ki; cemaat kendisini suçlu hissetsin!” (Deleuze,Gilles,
Spinoza Üzerine onbir ders,çev.Ulus Baker,Kabalcı yay.,İstanbul,2004).
Bir de korku ve umut duyguları vardır, bunu
da politikacılar kullanır, o nedenle Spinoza’da umut olumsuz, kederli duygular içinde sayılır.
Sonuçta Spinoza, sevinçli/neşeli duyguları
aramamızı, kederden ve ölüm duygusundan uzak kalmamızı söyler. O’na göre,
‘‘özgür insan, ölümü en az düşünendir’’; ‘‘Mutluluk(kutluluk) erdemin bir
armağanı değildir, erdemin tam da kendisidir’’.
SON SÖZ YERİNE
Biyografisini yazan Tschirnhausen anlatıyor: “ Spinoza’yı bir gün örümcek
ağlarına sinekler atıp, onların hayatları için ölümüne nasıl mücadele ettiklerini
seyrederken ve çocuk gibi kahkahalarla gülerken yakaladım” .
Ulus Baker, buradan devam eder: Bu anektod,
Spinoza adlı 17. yüzyılın ‘ dönek Yahudisinin ’, ‘Lanetli’ filozoflarının
portresinin ana çizgilerini gözlerimiz önüne sermektedir: Hayat her şeyin
varlığını sürdürmek için belirsizce ve sonsuzca harcanan bir çabanın (Conatus)
süre gidişidir.
Yani sonsuzca bir akış..Tschirnhausen’ın bahsettiği
çocukluğu bu düşünürün inanılmaz güçteki düşüncesinin temel unsuru haline
getiren, işte bu özelliği, yani doğada mutlak bir masumiyeti varsaymasıydı.
Bize belki bir ‘ zalimlik
’ olarak görünebilen bu anektot, ‘ Etika Yazarının’
asırlar öncesinden bize gönderdiği bir mesajdır aslında: “Yaşam hiçbir surette
‘iyilik ve kötülük’ terimleriyle sorgulanamaz, hayat sürer. Yaşamın özü,
amaçsızca ve belirsizce süre gitmesidir.”
Cavid Alioğlu
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
1-Spinoza,Benedictus,Etika,çev.Hilmi
Ziya Ülken,Dost Kitabevi Yayınları,İstanbul,2004
2-Spinoza,Benedictus,Törebilim,çev.Aziz
Yardımlı,İdea Yayınları,İstanbul,1997
3-
Spinoza,Benedictus,Ethica,çev.Çiğdem Dürüşken,Kabalcı Yayınevi,İstanbul,2013
4-Spinoza,Benedictus,Teolojik
Politik İnceleme,çev.Cemal Bali Akal,Reyda Ergün,Dost Kitabevi Yayınları,Ankara,2008,2010,2012
5-Spinoza,Benedictus,Politik
İnceleme,Çev.Murat Erşen,Dost Kitabevi Yayınları, Ankara,2007,2009
6-Spinoza,Benedictus,
Blyenberg Willem van, Kötülük Mektupları, çev.Alber Nahum,Norgunk
Yayıncılık,İstanbul 2008.
7-Akal,Cemal Bali,Varolma
Direnci ve Özerklik,Dost Kitabevi Yayınları,Ankara,2010.
8-Akal,Cemal
Bali;Ergün Reyda, Kimlik Bedenin Hapishanesidir,Spinoza Üzerine Yazılar ve
Söyleşiler,İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,İstanbul,2011.
9-Derleyenler,Akal,Cemal
Bali;Canaslan,Eylem,Marx’tan Spinoza’ya,Spinoza’dan Marx’a Güncel
Müdahaleler,Dost Kitabevi Yayınları,Ankara,2013.
10-Arıcan,M.Kazım,
‘‘Spinoza’nın Natura Naturans ve Natura Naturata Kavramlarının Anlamsal İçeriği
Üzerine Tartışmalar’’, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi 4, OMÜ İlahiyat
Fakültesi, Samsun, 2004.
11-Arıcan,M.Kazım,’’Spinoza’nın
Tanrı-Alem ilişkisinde İçkinlik Aşkınlık Problemi’’,C.Ü.İlahiyat Fakültesi
Dergisi 10,Sivas,2006.
12-Arslan,Ahmet,İslam
Felsefesi Üzerine,Vadi Yayınları,Ankara,1996.
13-Baker,Ulus,
‘‘Ethica Okumaları I,II,III,IV’’,www.krotonmedya.net
14-Baker,Ulus,
‘‘Spinoza Kitabı:Ethica’nın Sırrı’’, www.krotonmedya.net
15-Baker,Ulus,
‘‘Bach ve Spinoza ’’, www.krotonmedya.net
16-Baker,Ulus,
‘‘Kullanışlı bir felsefe:Spinozacılık ’’, www.krotonmedya.net
17-Baker,Ulus,
‘‘Spinoza’nın Etika’sının Sunuluşu’’, www.krotonmedya.net
18-Balanuye,Çetin,Spinoza:Bir
Hakikat İfadesi,Say Yayınları,İstanbul,2012.
19-Bayrakdar,Mehmet,
‘‘Spinoza’nın Natura Naturans ve Natura Naturata Kavramlarının İslami
Kökenleri’’,A.Ü.İlahiyat Fakültesi,Ankara,1999.
20-Bumin,Tülin,Tartışılan
Modernlik:Descartes ve Spinoza,Yapı Kredi,İstanbul,1994,1996.
21-Deluze,Gilles;Guattari,Felix,Felsefe
Nedir,çev.Ilgaz Turhan,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul,1992.
22-Deleuze,Gilles,Pratik
Felsefe,çev.Ulus Baker,Norgunk Yayıncılık,İstanbul,2005.
23-Deleuze,Gilles,Spinoza
Üzerine onbir Ders,çev.Ulus Baker,Kabalcı Yayınevi,İstanbul,2008.
24-Fransez,Moris,Spinoza’nın
Tao’su,Yol Yayınları,İstanbul,2004.
25-Nadler,Steven,
Spinoza:Bir Yaşam, çev. Anıl Duman,Murat Başekim,İletişim
Yayınları,İstanbul,2008.
26-Rızk,Hadi,Spinoza’yı
Anlamak,çev.Işık Ergüden,İletişim Yayınları,İstanbul,2012.
27-Spinoza Günleri
2, Eski Dünyadan Yeni Dünyaya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,İstanbul,2011.
28-Spinoza
Günleri,Teolojik Politik İnceleme Etrafında, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları,İstanbul,2009.
29-Tatian,Diego,Spinoza.Dünya
Sevgisi,Dost Kitabevi Yayınları,Ankara,2009.
30-Zelyüt,Solmaz,Spinoza,Dost
Kitabevi Yayınları,Ankara,2010,201.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder