Düşüncenin
göçü başlıklı bu derleme, felsefi düşüncenin tarihsel süreçte izini sürmeyi ve bu
gelişmeyi göstermeyi amaçlamaktadır.
Düşünceyi üreten düşünürler yaşadıkları sosyo kültürel ortamın içinde,
değişik motivasyon ve misyonlarla yaşamlarını, doğayı ve insanı anlamaya ve
anlatmaya vakfetmişlerdir.
Burada
yapmaya çalışacağımız, belirli bir coğrafyada düşüncenin göçünün haritasını
çıkarmaya çalışmaktır. Antik dönemde başlayıp, İslam ve Hristiyan inanç dünyalarının
kesişen kümesinde devam eden bu yolculuğun araştırması en başından bir çok sorunu
barındırmaktadır. Bu çalışmada, olabildiğince kurumları, olguları göstermeye
gayret ederek, okuyucu-izleyiciyi kendi düşünümleri ile baş başa bırakmaya çalışacağım.
Düşünce
nasıl göç eder? Bugün internet dediğimiz iletişim ağı ve bileşenleri böyle bir
soruyu adeta anlamsız hale getiriyor. Bütün bilgiler ışık hızıyla yer
değiştirebiliyor. İnsanlar bu iletişim ortamında karşılıklı düşünce alışverişi
yapabiliyor. Daha ötesi bazı araştırmalar, bilginin doğrudan insan zihnine
aktarılması gibi yaklaşımları yaşama geçirmeyi amaçlıyor.
Başlangıçlardan
bu yana düşünce hangi yöntemlerle ve araçlarla kültürlerarası geçişler ve değişimler
geçirerek zamanımıza ulaştı? Düşünce nasıl kayda geçti, nerelerde depolandı,
nasıl harekete geçti ve kurumsallaştı? Dilden dile, kültürden kültüre nasıl
aktarıldı, hangi yolları izledi?
Yukarıda
sorunlardan söz etmiştik. Öncelikle İslam ve Hıristiyan dünyaları arasındaki
kadim rekabet, inişli çıkışlı gelişim aşamaları içinde, yararlanacağımız kaynak
bilgilerin sağlığını olumsuz etkilemiştir. Diğer bir sorun, antik dönemden başlayarak, verilerin ikinci
el bilgi olmaları ve aktarmalar nedeniyle zaman içinde bazı saptırmalar ve
yakıştırmalar ile özgünlüklerinin zarar görmesinden kaynaklanmaktadır.
Göstermeye
çalışacağımız resimde bir diğer sorun da, din, bilim ve felsefe üçlüsünün başlangıçtaki
iç içe geçmiş yapısıdır. Tıp ile uğraşan
bilim insanlarının aynı zamanda filozof olduğu, astronomların doğa bilimcisi ve
felsefeci olduğu dönemlerden söz ediyoruz. Uzmanlaşma öncesi dünyada bilgin,
her şeyi bilen (bildiği sanılan) kimseydi.
Antik
Yunan düşüncesinin, Mezopotamya, Mısır ve dolaylı olarak Hint kültürel
birikimlerinden beslendiği konusunda giderek daha çok bilgi sahibi oluyoruz.
Yunanlı düşünürlerin yaptığı gezilerle ilgili bilgilere sahip olunmakla
birlikte detaylar belirgin değildir. Ancak eski Babil’ lilerin Pithagoras’tan önce dik üçgenin kenarlarını
hesapladığını biliyoruz. Dünya tasarımı haritalarda da doğuda daha yetkin
örneklerle karşılaşıyoruz. Bizim belirlediğimiz coğrafya ve sistematik
düşüncenin izini sürmek adına yine de Antik Yunan’dan başlayacağız.
Düşüncenin(düşünürlerin)
coğrafya değiştirmesine birçok etken yol açmıştır. Savaşlar, etnik ve dinsel
çatışmaların yol açtığı göçler, bilginin statü ve güç kaynağı olduğu olgusunu
farkeden yöneticilerin düşünürleri zorunlu davetleri, düşünce ortamının
geliştiği merkezlerin doğal çekim gücü, özgür ortamların çekiciliği, ekonomik
nedenler v.d.
Düşüncenin
bir de siyasal nedenlerle, kısıtlanması, sansür edilmesi ya da bilinçli olarak
diğer kültürlere ihraç edilmesi de dikkate alınması gereken bir olgudur.
Düşüncenin
biriktirilmesi, çoğaltılması, depolanması ve dağıtılmasındaki teknik gelişmeler
de önemli bir etkendir. Daha ucuz ve kolay üretilebilir “kağıt” olmasaydı,
baskı araçları geliştirilmeseydi, kütüphaneler yaygınlaşmasaydı dolaşım sınırlı
ve dolayısıyla daha dar çevreleri kapsayacaktı.
Bir
önemli etken de, düşünürlerin bir araya gelip tartıştığı, etkileşimlerinin
sonucunda yeni görüşlerin ortaya çıkmasına ortam sağlayan “kurumsal”
yapılardır. Manastırlar, medreseler, üniversiteler, akademiler, salonlar,
kulüpler ve benzeri sivil oluşumlar düşüncenin aktarılması ve çoğaltılmasında
yaşamsal öneme sahip olmuşlardır.
Bu
çalışmada, düşüncenin içeriğine yönelik eleştirel yaklaşımların sergilenmesi hedeflenmemiştir. Diğer
bir deyişle felsefe tarihi değil, felsefi düşüncenin yer değiştirmesi ve
günümüze ulaşan yapısının izi sürülmeye çalışılmıştır.
Yunan Coğrafyası
Yolculuğumuz Doğu Ege kıyılarında başlıyor. Denizci, tüccar ve gezgin İonyalılar’ın başta gelen kent devletlerinden biri olan Miletos’ta, yerleşik geleneksel düşünceden farklı, insan ve doğa üzerine sistematik olarak düşünen insanların varlığına tanık oluyoruz. Miletos Okulu’nun öncü düşünürü Thales, daha sonraki ardılları gibi, zamanının bilgilerini özümsemiş, başta Mısır olmak üzere Ortadoğu birikiminden haberdar (Hatta Hindistan’a yolculuk yaptığı ve oradaki bilge düşünürlerle de karşılaştığı söylenmektedir) bir düşünür olarak, bilimsel diyebileceğimiz bir yaklaşımla bir çok alanda görüşlerini ortaya koymuştur.
Yolculuğumuz Doğu Ege kıyılarında başlıyor. Denizci, tüccar ve gezgin İonyalılar’ın başta gelen kent devletlerinden biri olan Miletos’ta, yerleşik geleneksel düşünceden farklı, insan ve doğa üzerine sistematik olarak düşünen insanların varlığına tanık oluyoruz. Miletos Okulu’nun öncü düşünürü Thales, daha sonraki ardılları gibi, zamanının bilgilerini özümsemiş, başta Mısır olmak üzere Ortadoğu birikiminden haberdar (Hatta Hindistan’a yolculuk yaptığı ve oradaki bilge düşünürlerle de karşılaştığı söylenmektedir) bir düşünür olarak, bilimsel diyebileceğimiz bir yaklaşımla bir çok alanda görüşlerini ortaya koymuştur.
Diğer
düşünce merkezleri, o zamanlar Büyük Yunanistan denen Güney İtalya ve Sicilya
bölgesi ile, Trakya kıyısındaki Abdera idi. Düşüncenin İyonya'dan İtalya'ya doğru geçişinde Pers Savaşları ve Anadolu'nun Pers işgalinin rolünü vurgulamakla yetinelim.
Sofistler
ilgilerini doğadan insan üzerine çevirmekle farklı bir yaklaşım sergilerler.
“Sofistlerin
felsefe tarihi bakımından en büyük önemleri, Sokrates ve Platon'un
felsefelerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamalarından ileri gelmektedir. Kısaca
Sofistler hem varlığın, hem bilginin, hem de ahlaki ve siyasi değerlerin nesnel
imkânını ortadan kaldırmışlardır.
Daha
önce Sokrates-öncesi materyalist doğa felsefesinin paradigmasının neden dolayı
mantıksal sınırlarına ulaştığını ve tıkanma noktasına geldiğini göstermeye çalıştık.
Bunun bir sonucu olarak, doğa veya varlığı başka bir şekilde tasarlamak, birlik
ile çokluk, gerçeklik ile görünüş arasındaki ilişkileri yeni bir zemin üzerinde
konumlamak gerekmekteydi. Aslına bakılırsa Sofistlerin bir varlık felsefeleri olmamıştır.
Ancak onlar kendilerinden önceki varlık felsefelerinin içine girmiş olduğu çıkmazları
göstermek bakımından önemli bir rol oynamışlardır. Buna karşılık Protagoras'ın
etkili bir bilgi kuramı olmuştur ve diğer Sofistler de ahlak, siyaset ve din
konusunda etkileri zamanımıza kadar devam edecek olan öğretiler geliştirmişlerdir.
Bu öğretilerin genel sonucu ise geleneksel ahlak, siyasi ve dini inançların,
anlayışların
güvenilir bir temeli olmadığını göstermek olmuştur. Sofistler tarafından geliştirilen
felsefi eleştiri, Yunan sitesinin o zamana kadar kendine dayanak yaptığı
ahlaksallığı, dinselliği ve siyaseti tahrip etmiş, ancak onun yerine olumlu,
kalıcı bir şey koymamıştır.” Antikçağ Felsefe Tarihi 1- Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
Nihayet
Platon ile kurumsal bir yapı karşımıza çıktı. Akademia için ilk üniversite örneği olduğu söyleniyor.
Burada kadınlar dahil her kesimden öğrenci kabul ediliyordu. Böylece, düşünce
sistematik halde biriktirilmeye başlanmış oldu.
"Platon
ile, felsefe tarihinde bilgi kuramı alanında ilk kez son derecede açık ve
bilinçli bir biçimde bilginin kaynağının deney veya tecrübe değil de akıl olduğunu
söyleyen görüşle, yani akılcılık veya rasyonalizmle karşılaştığımız gibi
psikoloji alanında da ruhu o zamana kadar Doğa Filozofları'nın yaptıkları gibi
maddenin kendisi, onun özel bir bileşimi veya uzantısı olarak kabul eden
görüşlerinin aksine, gayrı-maddi, tinsel bir töz olarak ele alan veya ortaya
atan ruhçuluğun (spiritüalizm) ilk ve en mükemmel bir örneğiyle karşılaşırız.
(1)
Platoncu
ruh-beden ayrımı ve ruhun tinsel bir töz olarak kabulü zorunlu bir sonuç olarak
ruhun bedenden sonraki hayatını ve ölümsüzlüğünü de tasdik anlamına gelir.
Bununla da kalınmaz, bu görüş bizi ruhun asıl mutluluğuna ancak gelecek bir
hayatta ulaşabileceği sonucuna da götürür. Böylece Platonculuk aynı zamanda bir
öte dünya öğretisi olarak karşımıza çıkar. "(1)
Yukarıda
alıntıladığım bilgi, gelecekteki Hristiyan ve İslam felsefeleri açısından
önemlidir. Platoncu düşünce, farklı boyutlarıyla din temelli felsefelerin içine
göç etmiştir.
Platon’un
öğrencisi Aristoteles, idelardan (formlar) söz ediyordu. Ancak onun ideaları,
duyusal-bireysel varlıkların dışında değildi. Sadece en alt varlıkların
formları vardı. Varolanın tözü, tümelde değil tikeldeydi.
Aristoteles,
mantık ve biyolojide öncüydü. İlk bilim ve felsefe tarihçisi olarak şaşılacak
ölçüde uzun süreli etki sahibi oldu.
Aristoteles'den sonra, ardılı Theophrastos, Lykeion'da, İskenderiye
Müze'sinin bir başlangıcı olan bir Mouseian kurmuştu. Burada derslikler ve
öğretmenler için konutlar bulunuyordu. Aristoteles'in kurduğu ünlü kütüphane de burada
saklanıyordu. (Andre Bonnard, Antik Yunan Uygarlığı)
İslam dünyası aracılığıyla
Aristoteles'i keşfeden veya yeniden keşfeden geç Ortaçağ Hristiyan felsefesi
Batı'da, Aziz Thomas ve onun Hristiyanlıkla Aristoteles'i birleştirmesi sayesinde,
Aristoteles'i o zamandan bu yana gitgide artan bir ilginin konusu kılmıştır.
Çağımızda bu ilgi çeşitli alanlarda, özellikle ahlak ve siyaset felsefesi alanlarında
Yeni-Aristotelesçilik diye adlandırılan bir akım olarak varlığını
göstermektedir.” Ahmet Arslan
“Aristoteles'in okulu ve
Aristotelesçilik, başlatıcısının ölümünden sonra varlığını devam ettirmekle
birlikte, tüm antik çağ boyunca hiçbir zaman Platon'nun okulu ve Platonculukla
aynı prestij ve öneme sahip olmamıştır.
Özellikle İsa'nın doğumunu takip eden
yüzyıllarda Platonculuğun Yeni Plantonculukta ve erken dönem Hıristiyan
düşüncesinde kazanmış olduğu yer ve önemle karşılaştırılamaz bir düzeyde
varlığını sürdürmüştür.
Aristoteles'in yeniden keşfedilmesi ve
felsefe tarihinde hak ettiği yeri kazanmasında başta İbni Rüşd olmak üzere
Ortaçağ Müslüman filozoflarının ona karşı gösterdikleri ilgi büyük rol
oynamıştır. Ortaçağ'da İslam dünyasında gelişen ve belli başlı temsilcilerini
Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd'ün meydana getirdiği Yunan tarzı felsefe hareketi
esas itibariyle Yeni-Platoncu unsurla da beslenen bir Aristotelesçilik
olmuştur.
İskender’in fetihleri ve ardından gelen komutanlarının
ele geçirilen yerlerde kurdukları devletler Hindistan’a kadar yayılan yeni bir
uygarlığın gelişmesine neden oldu. Ticaret yollarıyla zaten etkileşim halinde
olan bölgeler merkezi yönetimler sayesinde yerel ve göçmen kültürlerin
kaynaşmasına, aralarında kültürel rekabet nedeniyle yaygın eğitim girişimlerine
tanık oldu. Yunan kent devleti modeline göre kurulan yeni kentler, görece özerk
ve Yunan- Makedon kökenli elitler tarafından yönetiliyordu. Taşrada çiftçilik
ve hayvancılık ile uğraşan yerel halk kent kültüründen uzak kendi eski yaşantısını
sürdürüyordu.
Helenizm döneminin geniş
coğrafyasında, Atina merkezli felsefi okullara, İskenderiye, Antakya gibi yeni
yerleşimlerde gelişen okullar dahil oldu. Aristocu ve Platoncu düşüncelere,
Epikürcü, Stoacı ve Septik düşünceler katıldı..
Epikuros'un kurduğu okul, Platon'un
Akademi'si veya Aristoteles'in Lise'sinden farklı bir yapıya sahiptir. Bu
okulların resmi birer yüksek öğretim kurumu oldukları ve yine farklı alanlarda
farklı hocalar tarafından verilen derslerden meydana gelen resmi bir öğretim
programına sahip olduklarını biliyoruz. Oysa Epikuros'un okulu, aynı hayat
tarzını, aynı görüşleri paylaşan bir dostlar topluluğundan oluşmaktadır. Bu
okulun ne resmi bir statüsü ne de resmi bir ders programı vardır. Buraya kabul
edilenler arasında -Platon'un Akademi'si ve Aristoteles'in Lise'sinden farklı
olarak- kadınlar ve köleler de bulunmaktadır.
Helenistik krallıklar arasındaki
kültürel ve statü rekabeti ilginç gelişmelere de neden oldu. Örneğin,
Ptolemeuslar bir dönem, Bergama’yı hedef alan Papirus ihraç yasağı uyguladılar.
Bu girişim “parşömen” dediğimiz deriden yapılmış kayıt malzemesinin icadına yol
açtı. Ayrıca, bu dönemde bilim insanlarını kendi merkezlerine çekmek, elyazması
değerli yapıtları toplamak gibi girişimlere de tanık olunuyordu. Bu bağlamda en
iddialı örnek “İskenderiye” şehri oldu.
İskenderiye Kütüphanesi yalnızca Yunan
edebiyatının eserlerini değil, Akdeniz, Ortadoğu ve Hindistan’daki çeşitli
dillerden Yunancaya yapılmış tercümeleri de kapsıyordu. Kitapların çoğu
Yunancaydı. Bulunabilen Yunan, İran ve Hint elyazmaları, Yunanistan’ın ve
Asya’nın bütün bölgelerinden Mısır’a getirildi. Hatta Yunan yazarı Galen’e göre
(M.Ö. II. yüzyıl) İskenderiye limanına yabancıların girmesi beyana tabi tutulur
ve yanlarındaki kitapların teslimi istenirdi. İskenderiye Kütüphanesinde
tahminen 500.000 rulo olduğu sanılmaktadır.
"Kütüphanede Kallimakhos zamanında,
aşağı yukarı 490.000, Sezar zamanında ise 700.000 rulo bulunmaktaydı. Değişik
ülkelerden toplanan kitaplar standartlaştırılmış kopya tekniğiyle çoğaltılmış
ve konularına göre ayrılmıştı. Kyreneli Kallimakhos, kütüphanenin 120 ciltten oluşan
sistematik bir kataloğunu hazırlamıştı. Her cilt ayrı bir konuyu ihtiva ediyordu." (Elif Karagöz. Antik Devir Kütüphaneleri)
Platonculuk gibi Stoacılık da kendine
özgü görüşleriyle büyük ölçüde orijinal olmasının yanısıra aynı zamanda yüksek
düzeyde eklektik bir felsefe hareketidir. Bu ikinci özelliği bakımından
arkasında sırasıyla Herakleitos'tan, Sokrates'ten,
Kiniklerden, Megara okulundan, Platon'dan ve nihayet Aristoteles'ten gelen bazı
unsurlar bulunmaktadır. Bu unsurlar içinde özellikle Herakleitos, Sokrates ve
Kiniklerden gelenler diğerlerinden daha ağır basmaktadır.
Her şeyin sürekli olarak değiştiği,
aktığı yönündeki ünlü Herakleitosçu tez de Stoacılar tarafından da paylaşılır.
Marcus Aurelius gibi son dönem Stoacıları bu tezden, insan hayatının gelip
geçiciliği yönünde Herakleitos'ta olmayan ve daha çok Hıristiyansı olarak nitelendirilmesi
mümkün olan önemli bir ahlaki sonuç da çıkarırlar. A.Arslan.
Kiniklerin Sokrates'ten hareketle
geliştirdikleri önemli bir ayrım, Stoacılar tarafından da tümüyle
benimsenmiştir. Bu, Kinikierin insan mutluluğu için önemli olan iç özgürlük, bağımsızlık,
özerklik gibi temel iyilerle, zenginlik, sağlık, iyi ün gibi dışsal iyiler
arasındaki yaptıkları ayrırndır
Stoacılık işte Hıristiyanlığın da içinde
bulunduğu bu Sır ve Kurtuluş dinleri, kurtuluş öğretileri karşısında klasik
antik çağın doğal bir teoloji, doğal bir varlık ve metafizik öğretisi, doğal
bir ahlak ve kurtuluş kuramını devam ettirme yönünde,
Yeni-Platonculuktan önceki son çaba olacaktır, Başka bir ifadeyle Stoacılık, en
genel olarak Yunan felsefesine, Yunan akılcılığına dayanan doğal din
anlayışının Yeni-Platonculukla birlikte ve ondan önceki son temsilcisi
olacaktır.
Helenistik dönemin diğer büyük okulu
Epikurosçuluk gibi Stoacılık da bilginin kaynağının deney olduğunu savunur.
Modern çağın ilk büyük deneyci filozofu J. Locke'un ünlü İnsan Zihni Üzerine Bir
Deneme'sinde kullandığı 'üzerinde hiçbir yazı yazılmamış beyaz bir sayfa
(tabula rasa) olarak zihin" benzetmesinin kaynağı Stoacılardır. Stoacıların
duyu algılarının, kavramların ve aklın kaynağına ilişkin görüşleri hakkında
bilgi veren Aetius'un bu konuyla ilgili sözü aynen şöyledir: "Stoacılar bu
konuda şunu derler: İnsan doğduğunda, ruhunun egemen kısmı [yani akıl veya
zihin], üzerine yazı yazılması için iyi bir durumda bulunan beyaz bir kağıt
sayfası gibidir. O, bütün fikirlerini bunun üzerine kaydeder" (İG, 128).
A.Arslan.
Ve adım adım Roma doğuya doğru
genişler. Önce Yunan yarımadası daha sonra Mısır ve Anadolu Roma’nın
egemenliğine girer. Roma, genişlediği topraklarda ciddi bir kültürel birikim
ile karşılaşır. Bölgede bütün okullar
faaldir. Bazı imparatorlar filozofları sevmezler. İmparator Domitianus onları
Roma’dan kovar. Daha önce de Cato, Roma’ya Atina’yı savunmak için gelen filozofların
popülerliğini görerek Senato’da onların gönderilmesini ister. Yine de
İmparatorluk stoacılığı döneminde bir imparator, Marcus Aurelius filozof
ünvanını taşır.
İskenderiye okulu ta Helenistik dönemden,
Batlamyuslar hanedanından beri özelliğini oluşturan edebi ve bilimsel
incelemelere karşı gösterdiği akademik ilgiyle Atina okulundan ayrılır. Buna
karşılık Atina okulu İamblichos'un bir yandan spekülatif metafiziğe, diğer
yandan geleneksel dinlere karşı gösterdiği sempatiyi, hatta coşkuyu devam ettirir. Bundan ötürü Atina okuluna
mensup Yeni-Platoncu filozoflar İskenderiye okulu içinde yer alan insanları
filozof olmaktan çok bilim adamları olmakla suçlarken, İskenderiye okulu
mensupları da Atina Yeni-Platoncularını Yunan felsefesinin geleneksel
akılcılığını devam ettirmemeleri, Sır dinlerine, teurjiye gereğinden fazla önem
vermelerinden dolayı küçümsemişlerdir. A.Arslan.
Gec antikcağ felsefesi, Plotinus
(203/204-270) tarafından öne sürülmüş ve Porphyrius (233-y. 305) ile
Iamblicus (y. 250-y. 325) gibi yazarlar tarafından ele alınıp geliştirilmiş
olan Platon'un düşüncelerinin hakimiyeti
altındadır.
V. yüzyıl başlarında Atina'da Yeni-Platoncu
okulun kurulması, söz konusu okul dönemde felsefe çalışmaları için program
oluşturulmasında belirleyici bir aşama daha oluşturur. Atinalı alimler
(Plutarkhos, Syrianus, Proklos, Marinos, İsidorus, Hegias ve Damascius),
yukarıda sözü gecen hocaların doktrinlerine dayanarak felsefenin bütün
unsurlarını içeren ve Aristoteles'ten (MO 384-322) Platon'a ve Platon'dan
teolojinin kaynaklarına, yani tanrıların vahiylerine (özellikle de Keldani
Kehanetleri adı verilenler) kadar uzanan bir diziye dayalı bir
eğitim planı öne sürer. Özellikle Likya asıllı büyük alim Proklos (412-485),
Platon'un teoloji konusundaki en önemli diyalogu olduğuna inandığı Parmenides'ten
kaynaklanan kavramlara atıfta bulunarak teoloji biliminin sistematik olarak açıklanması
projesini tasarlar. Ortaçağ- Eco
Genelde farklı, hatta zıt bir felsefi
amaca sahip olan Atina ile İskenderiye okulları arasında bağlantıların var
olduğu, sürekli olarak öğretmen değiş tokuşu olmasından da anlaşılır, örneğin
Atina Okulu’nda Proklos'un halefi olan Damascius (V-VI. yuzyıl) ilk olarak İskenderiye'de
felsefe eğitimi almıştı. Eco
Burada
Antakya felsefi okuluna da değinmeliyiz. Antakya havarilerin tebliğ
faaliyetlerinin en yaygın olduğu yerlerden biriydi. Süryaniler bir çok metni
Yunancadan Süryaniceye çevirmeye koyuldular. V. yüzyılda Probus Aristoteles
mantığından İbare ve Kıyas kitaplarını Süryanice'ye çevirdi. (Süryanice ilk
mantık çevirisi) Aryusçular, Aristoteles'in diyalektik mantık anlayışını
benimsediler.
Süryani
tüccarları, İskenderiye ve Antakya'dan Yunan kültürünü Urfa,
Nusaybin, Harran, Cündüşapur medreselerine taşıdılar.
Buraya
kadar yaptığımız özet bakışla, ele aldığımız coğrafyada "düşünce"nin
yaklaşık 1000 yıllık süreç içinde, bir şekilde içerik değiştirse de
kaybolmadığını ve geniş bir coğrafyada farklı kültürler içinde göçünü
sürdürdüğünü göstermeye çalıştık. Roma'nın ikiye bölünmesi ve batı kesiminin
yıkılması bu coğrafyada bazı birikimlerin yok olması ve unutulmasıyla
sonuçlanmıştır.
Doğu
Roma' (Bizans) nın giderek derinleşen Hristiyan karakteri antik felsefi
mirasın ikinci plana düşmesi sonucunu doğurmuştur. Yolculuğumuza devam
edeceğiz.
Yararlanılan Kaynaklar:
1.Antikçağ Felsefe Tarihi 1- Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
2.Antikçağ Felsefe Tarihi 2- Sofistlerden Platon’a, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
3.Antikçağ Felsefe Tarihi 3- Aristoteles, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
4.Antikçağ Felsefe Tarihi 4- Helenistik Dönem Felsefesi, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları Antikçağ Felsefe Tarihi
1.Antikçağ Felsefe Tarihi 1- Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
2.Antikçağ Felsefe Tarihi 2- Sofistlerden Platon’a, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
3.Antikçağ Felsefe Tarihi 3- Aristoteles, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
4.Antikçağ Felsefe Tarihi 4- Helenistik Dönem Felsefesi, Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları Antikçağ Felsefe Tarihi
8 5.Antik Devir Kütüphaneleri, Elif Karagöz
6.Ortaçağ, Editör: Umberto Eco, Alfa Yayınları
6.Ortaçağ, Editör: Umberto Eco, Alfa Yayınları
5 7.Plotinos, Yeni
Platonculuk, Erken Dönem Hristiyan Felsefesi,
Ahmet Arslan, Bilgi Üniversitesi Yayınları
9 8.Antik Yunan Uygarlığı, Andre Bonnard,
9.Cogito Sayı 78, Aristotelesçilik Sayısı, Editör, Kaan Öktem, Yapı Kredi Yayınları
9 8.Antik Yunan Uygarlığı, Andre Bonnard,
9.Cogito Sayı 78, Aristotelesçilik Sayısı, Editör, Kaan Öktem, Yapı Kredi Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder