Eleştirel Kuram

Eleştirel Kuram.

Eleştirel kuram, kökleri Hegelciliğe ve genelde Batı Marksizmine kadar götürülebilmekle birlikte, sosyolojide en yakın biçimde Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'yle birlikte anılmaktadır. Eleştirel kuram terimi şimdi de, Marksizmin, son elli yılı aşkın bir zamandır psikanaliz ve sistemler kuramı gibi birçok akımdan yararlanan çok çeşitli bir kolunu ifade eder.

Eleştirel kuramın başlıca ilkeleri, en açık biçimiyle, yirminci yüzyıl pozitivizminin bazı ilkelerinin zıddı bir temelde tanımlanabilir. Gerçekten eleştirel kuramın savunucuları bazen kendi perspektiflerini negatif felsefe şeklinde adlandırmışlardır. Bilginin kaynağının duyularımız-deneyimlerimiz olduğu görüşüne karşı çıkan eleştirel kuram, rasyonalizmin bir biçimidir. Bu doğrultuda eleştirel kuramcılar, bilgilerimizin ve ortak insani yönlerimizin kaynağının hepimizin akılcı varlıklar olmamıza bağlı olduğuna inanmaktadırlar. Hegel bu düşünceyi "gerçek olan akılcı"dır şeklinde ifade etmişti. Eleştirel kuramın da "gerçek olanın akılcı olması gerektiği"ni düşündüğü söylenebilir. Bu bağlamda rasyonalite, formel mantığı değil, bütünün parçalarından daha büyük olduğu ve çelişkilerin sürekli görünüp kaybolarak yeni sentezlere dönüştüğü diyalektik bir düşünce sürecini göstermektedir. Hegel'e göre, tarih, önüne geçilmez biçimde rasyonel bir sonuca doğru ilerliyordu. Marksistlerin Hegel'i sahiplenişlerinde ise kaçınılmazlık fıkrinin giderek silindiğini ve bu sürecin insanın *praksisine bağlandığını görürüz. Bu görüşün en eksiksiz anlatımı György Lukâcs'ın çalışmalarında bulunabilir.

Eleştirel kuram, bazen (özellikle Frankfurt Okulu'nun çalışmalarında), ütopyacı devletin geçmişte kaldığını öngörmekle birlikte genellikle geleceğe yönelik muhtemel bir *ütopyacı devlet projesini kapsamaktadır. Rasyonalite (akılsallık) fıkrinden akılcı bir toplumun temel biçimini çıkarmak mümkündür. İnsan olmamız nedeniyle hepimiz akılla düşünme özelliğine ya da potansiyeline sahibiz. Dolayısıyla akılcı toplum, içinde yaşadığımız çevre koşullarını oluşturup dönüştürme sürecine hepimizin katıldığı bir toplumdur. Bu da bizim elimize, şu anda varolan toplumları eleştirebilmemizi sağlayan standart bir ölçü verecektir. Aynı bakış açısıyla, bazı grupları iktisadi ve siyasal sürece katılmaktan alıkoyan ya da yine bazı grupları sistematik biçimde güçsüzleştiren bir toplumun' akıldışı bir toplum olacağı rahatlıkla söylenebilir. Frankfurt Oku- lu'nun en yakın temsilcilerinden biri olan Jürgen Habermas'ın çalışmalarında ise oldukça farklı bir model görülebilir. Habermas bizim akılcı vasıflara sahip olmamızdan değil, hepimizin bir dil kullanıyor olmamızdan yola çıkmaktadır. Onun ütopyası, herkesin bilgilere eşit ölçüde sahip olabileceği ve kamusal tartışmalara katılabileceği "ideal bir söz durumu"dur. Kuramsal açıdan bakıldığında da, eleştirel kuram diyalektik bir işleyişe sahiptir; yani, bir dizi hakikat iddiasını yan yana getiren değil, bir düşünce sistemindeki iç çelişkileri ve boşlukları arayarak, bu çelişkileri tamamen farklı bir şeyin ortaya çıkacağı noktaya kadar zorlayan bir yaklaşım söz konusudur. Buna bazen içsel eleştiri denmektedir.

Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü 1923 yılında sosyalist araştırmalar yürütecek bir merkez olarak kurulmuştu. Bu okulun en önemli simaları Hitler'in yükselişe geçmesiyle birlikte Amerika'ya göç etmişler ve birçoğu savaştan sonra da orada kalmıştı. Frankfurt Okulu'nun en önde gelen kişileri Theodor Adorno, Max Horkheimer ile Herbert Marcuse'tü. Ta Leo Lowenthal, Karl Wittfogel ve Erich Fromm gibi başka önemli isimler de onlarla birlikte anılıyordu. Okul, ilk kurulduğu andan beri ortodoks Marksizme eleştirel bir açıdan yaklaşmış, iktisadı temel alan geleneksel açıklama biçimlerinden vazgeçerek ideolojik ve siyasal analizlere girişmişti. Frankfurt Okulu'nun kurucularının klasik eleştirel kuramına göre, incelenmesi gereken asıl alanlar araçsal akıl denilen ve özel olarak modern sanayi toplumunun gelişmesi sürecinde gözlemledikleri *totaliter tahakküm biçimleriydi. Araçsal akıl, dünyaya ve kuşkusuz başka insanlara, onları nasıl sömürebileceğimiz temelinde bak- makta, olgu ile değeri birbirinden ayırmakta ve değerleri, bilgi ve yaşam açısından önemsiz bir role indirmektedir. Bu düşünce tarzı sanayi toplumunun tipik bir özelliğidir ve (eleştirel kuramcılara göre) tahakküm yapılarıyla doğrudan bağıntılıdır.

Frankfurt Okulu'nun eleştirel kuramı kötümserliğiyle ün yapmıştır. Okulun başlıca argümanı, kapitalizmin kendi çelişkilerinden pek çoğunu çöz- menin yollarını bulduğu ve işçi sınıfının sistemle bütünleştiği yönündedir.

Marcuse, sistemin kenarındaki diğer azınlık grupları -etnik grupları, hatta belki öğrencileri- muhtemel bir muhalefet odağı olarak görürken, Adorno avant-garde kültürün ötesinde, en a- zından insanları düşünmeye zorlayacak bir umut işaretine rastlanmadığını düşünüyordu. Grubun en tinlü eserlerinden bazılarında (Adorno vd., Otoriter Kişilik [The Authoritarian Personality], 1950 ve Marcuse, Eros ve Uygarlık [Eros and Civilisation, 1955), insanların nasıl tahakküm altına girdiğini ve bunun yanı sıra tahakküm altına girme ihtiyacını nasıl duymaya başladıklarını açıklayan bir *ideoloji kuramı oluşturmak amacıyla psikanalizden de yararlanılmıştır.

Talcott *Parsons'ın sistematik kuramına çok daha yakın bir çizgide olan Habermas'ın çalışmaları oldukça farklı bir nitelik taşımakla birlikte, eleştirel boyutun onda da korunduğunu görürüz. Habermas, sistematik bir toplum kuramı oluşturma arzusunu taşıması ve araçsal düşünceye kendi şemasında uygun bir yer bulma isteğiyle ilk kuşak eleştirel kuramcılardan ayrılır. Habermas gerçekten araçsal aklı sahici bir düzleme yerleştirir ve psikanalizi bir "kurtarıcı bilim" (bilgi üretmekle kalmayan, aynı zamanda kendimizin farkına varmamızı ve değiştirmemizi, böylece iletişimdeki eşitsizliklerle çarpıklıkları ortadan kaldırmamızı sağlayan bir bilim) modeli olarak kullanır. Knowledge and Humaıı Interests'de (1968), insanların ortaklaşa sahip oldukları üç bilişsel ilgi saptamıştır: Çevremizi tanır ve denetlemeye çalışırken duyduğumuz ve böylece bizi ampirik bilimlere (öncelikle doğa bilimlerine) yönelten teknik ilgi; birbirimizi anlayıp birlikte çalışabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz ve bizi yorumbilgisel bilimlere yönelten pratik ilgi; anlama ve iletişim kurma çabalarımızda kendimizi çarpıtmalardan kurtarma arzumuzu yansıtan ve bizi eleştirel bilimlere yönelten kurtarıcı ilgi.

Bu bakış açısının arkasında, insan varoluşunun doğasıyla ilgili ortodoks Marksist görüşün oldukça köklü bir revizyonu yatar. Habermas çalışmaya önem vermekte, ama onu yalnızca bu bilişsel ilgilerin ilkini doğuran bir etkinlik olarak görmektedir. Önemli bir özellik olarak,bizler aynı zamanda semboller kullanan hayvanlarız ve diğer iki ilgiyi yaratan dürtü budur. Habermas'a göre bunun anlamı, belki erken kapitalizmin tarihsel bakımdan sınırlı dönemini saymazsak, iktisadi öğenin belirleyici olduğu argümanının hiçbir biçimiyle geçerlilik taşımadığıdır.

Çok çeşitli disiplinlerden beslenen Habermas, genel olarak evrimci bir tarih kuramı geliştirmiştir. Evrimin her aşamasında evrensellik düzeyi biraz daha artar, her düzey yeni problemler ve olanaklar çıkarır ve her toplum tipi bu düzeye uygun bir kurumsal yapı tarafından yönetilir. Örneğin kabile toplumuna akrabalık kurumları egemenken, geç kapitalizme devlet kurumları egemendir. Habermas'ın kapitalizm çözümlemesi sistemin onlar aracılığıyla hareket ettiği birtakım krizler tespit eder. Marx'ın çözümlemesine benzer açılardan incelediği erken kapitalizmde temel sorun, ekonomik krizlerdir. Ekonomik sorunları çözmek için yapılan siyasal müdahaleler, yine kendi tanımıyla, istikrarsız bir piyasa ekonomisinde istikrarlı bir toplumsal düzen kurmanın olanaksızlığına dayanan bir rasyonalite krizi ortaya çıkarmakta, bu da, devletin, ekonomik sistemi planlama gerekliliğinin doğurduğu uzlaşmaz talepleri uzlaştıramamasından dolayı meşruiyetini kaybettiği bir meşruiyet krizine yol açabilmektedir. Bununla birlikte, eğer devlet farklı çıkarları uzlaştırmakta başarılı olursa, bu sefer çalışma etiği ve rekabet dürtüsü zayıflar ve toplumsal bütünleşmeyi de tehdit eden bir güdülenme krizine yol açar.

Habermas'ın ideali, geleneksel eleştirel kuramda görüldüğü gibi akılcı bir toplum nosyonuna değil, ideal söz durumu kavramına dayalıdır. Hepimizin birlikte yaşayıp çalışarak semboller kullanan hayvanlar olmamız, iletişimin özgür olduğu ve toplumsal eşitsizlikler, dış baskılar ya da içsel bastırmalar gibi etkenlerle çarpıtılmadığı bir ideal duruma işaret eder. Habermas bu gö- rüşlerinin pek çoğunu Legitimation Crisis (1973) ve Communication and the Evolution of Society (1976) adlı eserlerinde ayrıntılı olarak sergilemiştir.

SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ
Gordon Marshall
Çeviri: Osman Akınhay – Derya Kömürcü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder