2. GELİŞME
DEVRİ FELSEFE HAREKETLERİ
İslâm felsefesinin gelişme devrini, IX.
yüzyıldan Gazâli’nin zamanını da içine alan XIl. yüzyıla kadarki devir olarak
tayin edebiliriz. Doğuş devrindeki felsefi akımlar Doğu İslam dünyasına has
iken göreceğimiz gibi, felsefe artık özellikle X. yüzyıldan itibaren Batı
İslam dünyasında, yani Endülüs’te de yayılmaya başlamaktadır. Doğuş devri
felsefi akımların bir kısmı, bu devrede gelişerek, genel hatları itibariyle
daha farklı akımları oluşturmuştur.
a-
Şüphecilik Ve Karamsarlık
Şüphecilik ve Karamsarlık (Pesimizm) bu
devrede de bazı şair ve şair ruhlu filozoflarda kişisel olarak çeşitli
tarzlarda devam etmiştir. Bu kimseler arasında Mütenebbi (905-965), Ebü’l-Ala’l-Maari’
(973-1058), Hariri
(1054-1122) ve Ömer Hayyam (öl. 1123) vardır.
El-Maari, bazı şiirlerinde şüpheciliği ve
karamsarlığı şöyle dile getirir. “İstisnasız herşey manasız bir oyuncaktır.
Kader kötüdür, felek ne hayatın zevkini çıkaran kralın, ne de geceleri dua ve
ibadetle geçiren zahidin canını bağışlar; ne de akıl ötesi şeylere inanmak
bize varlığın sırlarını açıklar. Dönen feleklerin arkasında olanlar bizim
için daima meçhul kalacaktır.”
b-
Metafiziksel Felsefeler
(1) Doğu İsIâm Dünyasında
(a)Fârâbi
ve Eflatuncu Yeni-Eflatunculuk
Bu devrin en önemli ilâhiyatçı filozofları,
Farabi, İhvânu’s-Safa, İbn Miskeveyh, İbn Sinâ ve Gazâli’dir. Bu filozofların
dünya görüşlerinden, yabancı felsefelerden etkilenme derecelerinden veya
onlara karşı takındıkları tavırlardan, birbirinden farklı veya tamamen aynı
felsefi hareketler ortaya çıkmıştır.
Farabi
(870-950) ile birlikte İslam’da felsefi düşüncenin konusu ve alanı en geniş
sınırlarına ulaşmaktadır. Daha önce, gerek tabiatçı ve gerekse ilahiyatçı,
filozoflar, siyaset ve sosyal felsefeyle ilgilenmezlerken, özellikle Fârâbi
ilk defa bu konuları da felsefi düşüncenin sahasına soktu. Fârâbi başta
Aristo olmak üzere bazı Yunan filozofları üzerine olan çalışmaları bir kenara
bırakılacak olursa, kendi varlık felsefesinde daha çok Yeni-Eflatunculuk hâkimdir.
Bu bakımdan Yeni-Eflatunculuk, gerçekte Fârâbi ile İslâm düşüncesine
girmiştir denebilir.
Ahlak ve siyaset felsefesinde ise,
Eflatunculuk hakim unsurdur. Eğer Fârâbi felsefesine, taşıdığı yabancı
unsurlar bakımından bir ad vermek gerekirse, “Eflatuncu Yeni-Eflatunculuk”
denebilir. Tabii, Fârâbi kendinden önceki İslam düşünürleri gibi, mantık
konusunda, tamamen Aristo etkisi altındadır. Fakat bütün bunların ötesinde,
Fârâbi ilgili işaret edilmesi gereken bir nokta vardır; o da, kendisinin,
kendisinden sonra “ olarak adlandırılacak bir “Doğu Felsefesi” kurmada ilk
fikri ortaya atmasıdır:
Fârâbi kendisinden sonra, İbn Sina
(980-1037) ve İbn
Miskeveyh (öl. 1030) gibi iki önemli filozofça takip edilmiştir. İbn
Miskeveyh, Fârâbi Yeni-Eflatuncu ve Eflatuncu unsurlarını muhafaza etmeye
devam ederken, İbn Sina, Yeni- Eflatunculuğunu aynı şekilde devam ettirmesine
rağmen, Eflatunculuk yerine Aristoculuğu tercih etmiştir. Bu bakımdan da, ibn
Sina felsefesine, “Aristocu Yeni-Eflatunculuk” demek daha doğru olur.
(b)- İbn Miskeveyh
Ahmed b. Muhammed b. Ya’küb Miskeveyh,
Rey’de 932 yılında doğmuş ve lsfahan’da 1030 da vefat etmiştir. Daha çok ahlâkçı
bir filozof ve düşünce tarihçisi olan İbn Miskeveyh, Fârâbi ekolüne
mensuptur, denebilir. Pek çok eseri olan filozofun en önemli felsefi ve ahlâki
eserleri arasında “Tehzibu’l-Ahlâk” “el- Fevzu’l-Ekber” ve “el-Fevzu’l-Asgâr”
adlı eserleri vardır.
(c)-
Ihvânu’s Safâ Ve Yeni-Eflatuncu Yeni-Fisagroculuk
İbn Miskeveyh ve İbn Sinâ’nın çağdaşları,
“lhvânu’s Safâ” olarak bilinen, kurucuları ve müntesiplerinin kimler olduğunu
kesinlikle bilemediğimiz bir kısım filozoflar ise, daha çok Yeni-Eflatuncu ve
Yeni-Fisagorcu eğilimi temsil ederler,
Ihvânu’s Safâ adeta bir felsefe cemiyetidir. Nerede kurulduğu kesin
olarak bilinmemekle birlikte, Basra’da 946-950 yılları arasında kurulduğu
söylenebilir.
Bağdad ve Mısır’da da şubelerinin olduğu
verilen bilgiler arasındadır. Cemiyetin
üyeleri arasında, bâtini ve İsmâili eğilimli kimseler olduğu kadar,
Ehl-i Sünnet’ten kimselerin de olduğu son araştırmalarda kabul edilen bir
husustur. Cemiyetin adını taşıyan ve 51 Risâleden oluşan “Resâilu İhvânu’s
Safâ adlı eserleri, ilimler ansiklopedisi mahiyetindedir. Matematikten
siyasete çeşitli ilimleri içermektedir. Bu risâlelerin yazarı veya yazarları da
belli değildir.
(d)-İbn
Sina ve Aristocu Yeni Eflatunculuk
Fârâbi’den
sonra en çok filozof olmaya layık düşünür İbn Sina (980-1037) dır. Batı’da
“Avicenna” ve Yahudiler arasında “Aven Sina” olarak tanınır. İbn Sina sadece
büyük bir filozof değil, aynı zamanda büyük bir bilim adamı, ve özelIikle de
tabibdir. Kendisi ile İslam Felsefesi en doruk noktasına ulaşmıştır. Metafizik
ve kozmoloji sahasında temelde Aristoculuk tesirinde kalmıştır. Fakat
Yeni-Eflatucu unsurlar da aynı konuda önemli derecede kendisini
etkilenmiştir. Dolayısıyla söz konusu sahada genel hatlarıyla Aristocu-Yeni
Eflatuncu bir çizgi izlemiştir.
Diğer taraftan Fârâbi’den büyük ölçüde
etkilenmiştir. Hattâ kendisine ait olduğu sanılan “Zât-Vücud “Varlık ve Mahiyet” ayırımı gibi bir çok
görüşü Farabi’den almıştır. Bütün bunlara rağmen İbn Sina’nın kendisine has
yorumları ve fikirleri de vardır. Kendisinden sonra Doğu ve Batı düşüncesine
çok etki etmiştir; bu nedenle gerek Doğu’da ve gerekse Batı’da bir İbn
Sinacılık oluşmuştur.
Fârâbi gibi, fikir hayatının son döneminde
büyük bir değişim geçirmiştir. Katı akılcılıktan vazgeçip, Farabi’yi
izleyerek bir “Doğu Felsefesi”, yani gerçek anlamıyla bir İslam Felsefesi
kurmayı denemiştir. Bu değişimi o kadar benimsemiştir ki, son eseri olan “el-İşârât
ve’t-Tenbihât” adlı eserinin önsözünde: ‘eş-Şifâ” daki fikirlerim artık benim
değildir” diyecek kadar ileri gitmiştir.
Daha sonra metafizik düşüncelerinden dolayı
Gazâlinin büyük hücum ve tenkitlerine
maruz kalan İbn Sina “Doğu Felsefesi”nin temellerini oluşturmak üzere iki
önemli eser kaleme almıştır. “Mantıku’l-Maşrikiyyûn” ve “el-Hikmetü’l
Maşrikiyye”. Birinci eser günümüze kadar ulaştığı halde,
ikincisinin mantıkla ilgili bölümü hariç, maalesef diğer kısımları
kaybolmuştur.
İbn Sina bize bir çok felsefi eser miras
bırakmıştır. Bunlar, kendisinden önceki Kindi ve Fârâbi’nin yaptığı gibi, bir kısmı doğrudan Aristo ve
Eflatunun fikirlerini aktardığı ve yorumladığı eserlerdir; bir kısmı özgün
düşüncelerini içeren eserlerdir. Felsefeyle ilgili en önemli eseri
Kitabu’ş-Şifâ’dır; bu adeta bir ilimler ansiklopedisi gibidir. Mantıktan
matematiğe, metafizikten musikiye bir çok ilim dalını kapsayan bir eserdir.
(e)-
Gazâli
ve Gazâlicilik
Devrin başka önemli bir felsefe akımını
Gazâli (1058-1111) temsil eder. Gazâli bu akımı genel olarak İbn Sina ve
Fârâbi temsil ettiği Yeni Eflatunculuk ve Aristoculuğa bir reaksiyon olarak
değerlendirilmektedir. Gazzâli sözkonusu filozofları tenkidine, sadece bir
“reaksiyon” olarak bakılmamalıdır; aslında bunu yaparken ve adına belki
sadece “Gazzâlicilik” demek daha doğru olacak, bir felsefe kurma çabası
içindedir. Kendisinden yüzyıllarca sonra Descartes ve Malebranche ile ortaya
çıkacak olan İnneizm, Okazyonalizm, metodik şüphecilik gibi bazı önemli
felsefi teorilerin ilk kurucusudur. Aristocu determinist felsefe yerine,
indeterminizm ve konvensiyonalizm içerikli bir felsefi sistem önermektedir.
Gazali, felsefeye karşı genel tutumuyla
daha çok Kindi’yi takib eder görünmektedir. Felsefeyi dinin emrinde görür,
dini öğretileri esas alarak kelami düşünceye yaklaştırır. Kindi’ den farkı, O,
devrinin hakim kelami sistemi Mu’tezileyi esas alırken, Gazali mensup olduğu
Eş’ariliği esas almıştır. Bu bakımdan Gazali, bir yandan tasavvufa, diğer
yandan da kelama felsefeyi sokan kimse olarak görülür. Böylece Gazali, İslâm
düşünce tarihinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Kendisinden sonra birçok
kimse onu izlemiştir ki, genelde onlara “Kelamcı Filozoflar” denebilir.
(2)
Endülüs’e
Felsefenin Girişi
Doğu İslam dünyasında felsefe gelişme
devrini Xl. yüzyılda tamamlarken, Endülüs’e henüz yeni girmektedir. Bu
gecikmenin sebebi, herhalde, Endülüs’e başından beri hakim olan akIi ilimlere
karşı oldukça katı tutuma sahip Zahirilik ve Malikilik’in yarattığı dini
atmosferdir. Başka önemli bir sebepte, Endülüs Emevilerinin, Bağdad’dan
bağımsız bir devlet kurmak istekleri üzerine Doğu İslam dünyasıyla Batı İslam
dünyası arasında başlayan siyasi ve kültürel ilişki kopukluğunun X. yüzyıl
ortalarına kadar uzun süre devam etmesidir.(1)
Her ne kadar Kadı Sa’id (öl. 1071)
“Tabakatü’l-Ümem” inde ilim ve felsefeye merak lX. yüzyılda 5. Emevi
hükümdarı Muhammed b. Abdurrahman (852- 886) saltanatı esnasında başladı
diyor ise de, X. yüzyıla kadar Endülüs’te kültürel ve ilmi hayat Doğu
İslamlığına nispetle çok daha basitti. Yaygın akide Malikilik idi. İbn
Rüşd’ün de ifade ettiği gibi, Mu’tezililik hemen hiç bilinmiyordu. Şam
Emevilerinin devrinde olduğu gibi, en çok rağbet gören insani ürün şiirdi;
şairler kadın, şarap ve musikiyi terennüm ediyorlar. Nevar ki, X. yüzyılda
Doğu- Batı İslamlığı arasında başlayan seyahatler durumu yavaş yavaş
değiştirdi. Özellikle Mustansır olarak da bilinen Il. Hakem (961-976)’in emriyle Doğu’da yazılan bütün kitapların
birer kopyasının getirilmesinin sonucu meydana gelen kütüphanenin 400.000
cilt kitabı ihtiva ettiği söylenir. Bu devirde, tabiat felsefesi ve tabii
ilimlere karşı büyük bir merak uyanmasına rağmen, sırf felsefi ilimlere yine
de iyi gözle bakılmıyordu. Maalesef, kitap yakma işi Il. Hişam (976-1009)
devrinde de devam etti. Devrin kelamcıları ve ulemasının tesiriyle kadim
ilimlerin tedrisini hoş karşılamayan Sultan, onlarla ilgili kitapların
yakılmasını emretti.(2) Hatta, dindar bir filozof sayılan Gazali’nin,
Abdullah b. Meserret ile Kurtubi tarafından getirilen kitapları, İhyâ da
dahil olmak üzere, Murabit Sultan Abi b. Tâşufin tarafından 1106-1116 yılları
arasından Kurtuba’da yaktırılmıştır.
X. yüzyılın sonlarına doğru felsefi
ilimlere de bir merak uyanmasıyla menfi tutum değişti. Özellikle Endülüs’ün
ilk büyük kimyacılarından sayılan Meslemetu’l-Mecriti (öl. 1007)’nin
gayretleriyle İhvanûs –Sâfa’nın “Resâil’leri” Endülüs’e girdi. Hatta bir
rivayete göre, b Ihvanûs –Sâfa’nın “Resâil’leri”nin bir özeti mahiyetinde
olan “Risâletul Cemâil” ile, felsefi,
kozmolojik ve majik bir eser, “Ğayetu’l-Hakim” ona atfedilir. Başka bir
rivayete göre ise, Ihvanûs –Sâfa’nın “Risâlelerini Endülüs’e getirenin,
Harran’ a kadar seyahat eden geometri âlimi Ebu’l-Hakem Amr el-Kirmâni’dir
Xl. yüzyılın başında Ebü Süleyman
el-Sicistâni ekolünün mantık kitaplarıyla Fârâbi ve İbn Sinâ eserleri
Endülüs’e yol buldu. Böylece Endülüs’te Xl.
yüzyıldan itibaren felsefi hayat bakımından bir canlılık gözlenmeye başlandı.
Bunda Yahudi asıllı fakat kimi kaynaklarda sonradan Müslüman oldukları söylenen,
İbn Cabirol (Avencebrol) gibi, diğer
bazı Yahudilerin de payı vardır. El-Mecriti’den önce Abdurrahman b. İsmail
el-Öklidisi, Ebü Abdullah el-Kurtubi, Ebü Osman Said b. Fethün, Ahmed b.
Hafsân İbnu’l-Kettâri (veya el-Kennar?) ve bn Zeheb gibi bazı kimseler
felsefe ve mantıkla uğraşmışlarsa da, büyük filozofların yetişmesini görmek
için Xll. yüzyılın sonlarını beklemek gerekecektir. Bunlardan el Öklid
Endülüs’te ilk mantık araştırmacısı sayılır; felsefi ilimleri öğrenmek için
Doğu İslam dünyasına gelmiştir. Sait b. Fethün, Felsefeye Giriş mahiyetindeki
“Şeceretü’l-Hikmet” (Hikmet Ağacı) adlı eserin sahibidir.
El-Mecriti’den önce, Endülüs’te felsefenin
başlamasına büyük emeği geçen önemli bir kimse de; Muhammed
b. Abdullah b. Meserre’dir. Bazan zındıklıkla da itham edilen İbn
Meserre (öl. 931) Doğu’ya seyahat etmiş. Mu’tezile ve Şiilik öğrendikten
sonra, daha çok Mu’tezile kelâmına meyletmiştir. Daha sonra vatanına döndü,
fakat sonunda tasavvufa meylederek zâhidâne bir hayat sürdü. Bilhassa, sahte
Empedoklesci öğretileri benimsedi.(3) Sahte Empedoklescilik, Empodokles’in
gerçek öğretileri ile Yeni-Eflatuncu felsefenin karıştırılmasıyla meydana
getirilmiş bir öğretidir. Ne var ki, Müslümanlar bunun Empedokles’in gerçek
öğretisi olarak biliyorlardı (4)
(1)
el-Beyhâki: Tarihu Hukemâi’l-İslâm, Şam, 1946,ss.35-37
(2)
Sâid: Tabâkat, Beyrut, 1912, s.66
(3)
Palacios (M.A): İnb Massara y su Escuela, Madrid, 1949,
ss.36-40
(4)
İslâmda Empedoklescilik için bknz.: Palacios: A.g.e.,
s.40vd.
İslâm Felsefesine Giriş- Prof.Dr. Mehmet
Bayraktar-Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Gazali Sonrası Felsefe Hareketleri
|
Akımlar
- Felsefi "izm"ler
- Sofizm
- Stoacılık
- Kuşkuculuk
- İdealizm
- Yeni Platonculuk
- İnsancılık (Hümanizm)
- Usçuluk
- Deneycilik
- Eleştiricilik (Kritisizm)
- Materyalizm
- Liberalizm
- Hiççilik (Nihilizm)
- Sosyalizm
- Marksizm
- Olguculuk (Pozitivizm)
- Postpozitivizm
- Pragmatizm
- Fenomenoloji (Görüngübilim)
- Yeni Kantçılık
- Mantıkçı Pozitivizm
- Yeni Hegelcilik
- Yapısalcılık
- Çözümleyici Felsefe
- Varoluşçuluk
- Yorumbilgisi (Hermeneutik)
- Frankfurt Okulu
- Feminizm
- Postyapısalcılık
İslam Felsefesi Tarihi: Gelişme Devri Felsefe Hareketleri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder