"Gerçeküstücü siyasetin inanılmaz
Gurusu": Bu tabir, 1960'ların sonlarında Fortune dergisinde Herbert
Marcuse'yi tanımlamak için kullanılmıştı. Neden inanılmaz? Çünkü o sıralarda
yetmiş yaşına girmiş olan Marcuse uzun yıllar göreli bir bilinmezlik
atmosferi içinde çalışmış, üslubunun pek açık seçik olduğu söylenemeyecek ve
yapıtları sadece akademik camianın belli kesimleri tarafından bilinen bir
yazardı. Bir kitabı Marcuse'ye akademinin sınırlarının çok ötesine taşan bir
ün getirdi - belki de adını kötüye çıkardı demeli. İlk basımı 1964'te yapılan
Tek Boyutlu İnsan ABD'de öğrenci hareketinin ilk yükselişiyle çakıştı ve bir-
çok ülkede Yeni Sol'la birlikte anılan öğrenci eylemciler için bir tür
manifesto haline geldi. Marcuse'nin kendisi tabii ki Yeni Solcu radikallerin
onun yapıtlarını kullanma biçimlerinden pek memnun değildi. Hatta dönemin
çeşitli radikal faaliyetlerine destek vermesine rağmen, Marcuse öğrenci
hareketlerinin etkisinin sınırlı olabileceğini ve çözüleceklerini öngörmüştü.
1969'da ne öğrencilerin ne de daha genelde Yeni Sol'un yeni bir toplumun
yaratıcıları olarak görülebileceklerini yazmıştı; onların faaliyetleri
sınırlarına ulaştığında, "Düzen'in yeni bir totaliter baskı düzeni
kurabileceği"nden korkuyordu.
Bu tartışmada amacım Yeni Sol'un yarattığı etkiyi
ya da Marcuse' nin bu hareketle ilişkisini değerlendirmek değil. Bir bütün
olarak Marcuse'nin yapıtının gelişimini incelemeye de kalkışmayacağım.
Dikkati- mi daha çok Tek Boyutlu İnsan üzerinde odaklayacağım. Bugün bu kita-
bı okumak, yeniden okumak bize ne sunabilir? Bu kitap Batı'nın siyasi
hayatındaki geçici bir safhayı mı ifade ediyordu yoksa çağdaş topluma ilişkin
olarak önemi bugün de devam eden bir analiz içermekte midir?
Marcuse'nin Analizi: Başlıca Temaları
Tek Boyutlu İnsan'ı Marcuse'nin diğer
yazılarından tamamen koparmak tabii ki hatalı olacaktır çünkü bu kitap
çeşitli yollardan bu yazıların bir sentezini temsil etmektedir. Kitap
İngilizce yazılmıştı ve tartışmasını öncelikle ABD üzerinde odaklıyordu. Ama
ilk kez Marcuse'nin ilk dönem yazılannda, Marx, Hegel ve Heidegger'in bileşik
etkisi yoluyla oluşturulmuş ve işlenmiş olan kavramları sürdürüyor ve
genişletiyordu. Marcuse sonraları Heidegger'den aldığı bazı görüşleri
reddetse de, bu düşünürün onun üzerindeki etkisi, "Frankfurt
Okulu"nun iki temel üyesi olan Horkheimer ve Adorno üzerinde olduğundan
çok daha güçlü bir biçimde sürmüştür. Marx'ı gerekli gördüğü yerlerde
adamakıllı revizyondan geçirmeye hazır olan Marcuse, önemli ölçüde Marx'ın ilk
metinlerine -özellikle de I844 "Paris Elyazmaları"na- dayanan bir
felsefı antropolojiye ömrü boyunca bağlı kalmıştır. Hegel'den
"diyalektiğin itici gücü"nün, verili, ampirik dünyadaki "iç
yetersizlikler"i ortaya çıkarmak için kullanılan "negatif
düşüncenin gücü" olduğu kavrayışını devralmıştı.° Verili dünyanın
yetersizlikleri, mevcut durumu olumsuzlayacak içkin değişim imkânlarının
gelişmesinin, fıili olan [the actual) tarafından nasıl ketlendiği
gösterilerek ortaya konuyordu. Marcuse hiç- bir zaman Adorno gibi bu görüşün
her türlü aşkın temelden yoksun bir negatif diyalektiği ima ettiğini kabul
etmemişti. Böyle bir anlayış, Marcuse'nin, yapıtının son dönemlerinde,
Freud'u Marx'la birleştiren felsefı antropolojisiyle uyuşmazdı.
Tek Boyutlu İnsan'da bütün bu vurgular sergilenir
ve kitabı anlamak için temel önem taşıyan bir arka plan oluştururlar. Kitap
açık açık bir eleştirel teori çalışması, görünürdeki endüstriyel refah
ortamında gerçekleşmemiş imkanların kapsamını değerlendirmeye çalışan
bir toplum analizi olarak sunuluyordu.
Marcuse burada "negatif düşünce" ile
felsefı bir antropolojinin pozitif amaçlarının, aynı eleştiri girişiminin
birbiriyle bağlantılı unsurları olduğunu gösteriyordu.
Çağdaş topluma ilişkin eleştirel bir teori,
toplumu insanlık durumunu iyileştirmek için kullanılmış, kullanılmamış ve
kötüye kullanılmış kapasiteleri açısından analiz eden bir teori [formüle
etmeye çalışımştır. (Bu tür bir analiz] değer yargıları içerir... insan
hayatının yaşanmaya değer olduğu, daha doğrusu yaşanmaya değer olabileceği ve
yaşanmaya değer kılınması gerektiği yargısını... [veJ verili bir toplumda,
insan hayatının ıslah edilmesi imkânlarının ve bu imkânları gerçekleştirmenin
özgül yollarının varolduğu yargısını içerir. Eleştirel analiz bu yargıların
nesnel geçerliliğini tanıtlamak, bu tanıtlama da ampirik temeller üzerinde
ilerlemek zorundadır.
Tek Boyutlu İnsan üç ana bölüm halinde
düzenlenmişti. Kitabın açılış bölümlerinde, Marcuse kendi deyimiyle "tek
boyutlu toplum"u ya da aynı zamanda sık sık "ileri sanayi
toplumu" olarak da adlandırdığı toplumu betimliyordu. İkinci bölüm
"tek boyutlu düşünce" ile -ileri sanayi düzeninin özgül gelişim
tarzından kaynaklanan ve Marcuse'nin "karşı çıkış mantığının
yenilgisi" dediği şeyle- ilgiliydi. Sonuç bölümünde yazar "Ortada
hangi alternatifler var?" sorusunu soruyordu. Marcuse'nin temelde
baskıcı olduğunu düşündüğü, ama olası karşı çıkış biçimlerinin ortadan
kaldırılmış gibi göründüğü bir toplum biçimini aşmayı sağlayacak ne gibi
imkânlar vardı?
Marcuse'nin bu iki temanın birincisi hakkındaki
tartışmasının temelinde, on dokuzuncu yüzyıldan beri ortaya çıkmış olan
toplumsal değişimlere dair yorumu vardı. Marx'ın ekonomi politik eleştirisi
kapitalizmin gelişiminde, iki sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın
birbirleriyle mücadele halindeki hasımlar olarak karşı karşıya geldikleri bir
dönem- de yapılmıştı. Eleştirel teori klasik biçiminde, yani Marx'ın
metinlerinde, işçi sınıfının kapitalizmi çökerteceği ve kökten farklı bir
karakteri olan sosyalist bir toplumun oluşturulmasında öncülük yapacağı
beklentisine dayanıyordu. Bunlar günümüz Batı toplumlarında hâlâ temel
sınıflar olarak kalsalar da, diyordu Marcuse, işçi sınıfı artık tarihsel
dönü- şümün aracı olarak görülemezdi. İşçi sınıfı ileri sanayi düzeninin
"maddi olumsuzlaması" olmaktan çıkmış, bu düzenin ayrılmaz bir
parçası haline gelmişti. Marcuse'ye göre, ileri sanayi toplumu refah devleti
ile “savaş devleti”nin birlikteliğinden oluşmuştu.
On dokuzuncu yüzyılın rekabetçi kapitalizmi içsel
olarak yerini, devletin, şirketlerin ve sendi- kaların ekonomik büyümeyi
arttırmak için faaliyetlerini eşgüdümledikleri örgütlü bir sınai ekonomiye
bırakmıştı. Ama bu, aynı zamanda, savaş tehdidine bağlı, silahlanmaya muazzam
miktarlarda para harcanan ve sözde farklı siyasi parti programları arasında siyasi
bir birlik kurmak için "uluslararası Komünizm" tehdidinin
kullanıldığı bir ekonomiydi. Marcuse'nin sözleriyle, "Bu tehdide karşı
seferber edilmiş kapitalist toplum, sanayi uygarlığının önceki aşamalarında
görülmemiş bir iç birlik ve bağdaşıklık gösterir. Son derece maddi temelleri
olan bir bağdaşıklıktır bu; düşmana karşı seferberlik çok önemli bir üretim
ve istihdam teşviği işlevini görerek yüksek bir yaşam düzeyinin
sürdürülmesine hizmet eder."
Sendikaların işletme liderleri ve devletle
yaptıkları işbirliği, ileri sanayi toplumunun, işçi sınıfının düzene dahil
edilmesini etkileyen en temel özelliği değildi. Teknolojideki ve üretim
sürecindeki değişiklikler daha köklüydü. İşgücünün gittikçe teknolojinin
bütün tasarımının bir parçası haline gelmesine yol açan üretimdeki
mekanikleşme,~ hâlâ yabancılaşmanın odak noktasıydı. Ama acımasızlığı,
sertliği ayan beyan ortada olan çalışma ortamlarının tedricen ortadan
kalkması, insanın makineye köle olmasının üzerini örtüyordu. Dahası,
makinenin kendisi de, el emeği ile kafa emeği arasındaki ayrımları silen çok
daha kapsamlı teknik organizasyon sistemleri içinde massedilmiş durumdaydı.
Sınıf tahakkümü artık sadece tarafsız "idare" olarak ortaya
çıkıyordu. İşçilerin sömürülme kimliklerini yitirmeleri gibi, diyordu Marcuse,
kapitalistler ve iş idarecileri de açıkça sömüren sınıf olma kimliklerini
yitiriyorlardı. Sınıf ayrımları ve yabancılaşmış emek ortadan kaldırılmamış,
örgüt hiyerarşilerinin genişlemesinin batağına gömülmüşlerdi. Marcuse'ye göre
siyasi iktidar da teknik üretim aygıtı ile iç içe geçmişti. Çağdaş toplumlar,
kendilerini her ne kadar liberal demokrasiler olarak görseler de, aslında
totaliterdiler. Çünkü Marcuse'nin görüşünde, "'totalitarizm' yalnızca
teröre dayanan bir siyasi toplum eşgüdümlemesi değil, aynı zamanda
ihtiyaçların yerleşik çıkarlar tarafından manipüle edilmesi yoluyla işleyen
ve teröre dayanmayan ekonomik-teknik bir eşgüdümlemedir de.
İleri sanayi toplumlarının toplumsal ve siyasi
bağdaşıklığı, diye sürdürür sözlerini Marcuse, kültür düzeyinde de buna
tekabül eden bir bağdaşıklık yaratmıştır. Eski zamanlarda, "yüksek
kültür" ya da Marcuse' nin sık sık kullandığı deyimle, "entelektüel
kültür" mevcut toplumsal gerçekliklerden uzak ve bu yüzden de bu
gerçekliklere karşı açık açık ya da üstü kapalı bir biçimde hasmane bir tavır
alan idealleri yüceltirdi. Marcuse bunun kendi başına hiçbir zaman önemli bir
toplumsal değişme kaynağı olmadığını kabul ediyordu; çünkü yüksek kültür bir
azınlı- ğın malıydı ve gündelik hayat faaliyetlerinden belli bir uzaklıkta
işliyordu. Yine de, bazı alternatif dünya anlayışlarını canlı tutmuştu ki
bugün bu anlayışlar yutulma süreci içindeydiler. "İki boyutlu
kültür"ün tasfıyesi yüksek kültürün yıkılması yoluyla değil, daha çok yerleşik
düzen içinde massedilmesi yoluyla gerçekleşmişti. Yüksek kültür içinde
cisimleşen değerler kitle iletişim araçları yoluyla yayılıyor ve olumsuzlama
güçlerinden arındırılmış rahatlatıcı banalliklere indirgeniyorlardı. Bu da
"baskıcı bir yüceltme-çözülüşü" [de-sublimation] süreci olarak
betimleniyordu; bu kavram Marcuse'nin Eros ve Uygarlık'ta taslak halini dile
getirdiği görüşlerle doğrudan bağlantılıydı. Daha önce uygulandıkları
biçimiyle, edebiyat ve sanat içgüdüsel itkilerin yüceltilmesine, dolayımlı
içgüdü tatminine dayanıyorlardı. Ama değer ve ideallerin kolayca yayılması ve
bayağılaştırılması hemen tatmin edilmelerine izin veriyordu. Bu tür bir
yüceltme-çözülüşü baskıcıydı, çünkü sadece tek boyutlu toplumun
totalitarizmini pekiştirmeye hizmet ediyordu. Cinsellik, tam da erotik olanın
yayılmasını ketleyen sınırlar içinde ifade ediliyordu ki Marcuse bu yayılmayı
özgürleşmiş toplumun önkoşulu olarak görüyordu. Erotik olan hoşgörülü
cinselliğe indirgenmişti. Yarattığı huzursuzluklar, gerçeklik ilkesinin haz
ilkesi içinde massedilmesinin ürünü olan bir mutlu bilinç tarafından
sindirilebilir hale getirilen bir uygarlıktı bu. Baskıcı yüceltme-çözülüşü
"mahremiyeti yıkan, biçimi horgören, sessizliğe tahammül edemeyen,
kabalığını ve acımasızlığını gururla sergileyen çeşitli eğlence, dinlenme ve
beraberlik yolları içinde kendini gösterir."
İleri sanayi toplumunda, teknik akıl geçerli
kabul edilen tek akıl biçimi haline gelmiştir. Teknik akıl ya da teknolojinin
rasyonalitesi aklı sadece araçsal olarak, araç-amaç ilişkisi açısından
tanımlıyordu. Marcuse’nin analizi bu noktada , bu anlayışı düşünsel
söylemdeki pozitivizmin ve daha genelde çağdaş
ideolojinin temeli olarak görmesi açısından Frankfurt
Okulu’nun diğer üyelerinin analizleriyle çakışıyordu.
Akıl, diyordu Marcuse, mevcut dünyanın "iç
yetersizlikleri"nin ortaya serilmesiyle nesnel olarak bağıntılı olduğu
için, olumsuzlamanın potansiyel olarak yıkıcı karakterine dayanıyordu. Ama
aklın bu yıkıcı gücünün kendisi teknolojik rasyonalitenin "tek boyutlu
düşüncesi" içinde yıkıma uğruyordu. Yakın zamanlara kadar Batı
metafıziğinin önemli bir bölümünde olduğu gibi klasik felsefede de, felsefe,
hakikati iyi yaşamla, özgür ve zenginleştirici bir varoluş sürdürmenin olası
tarzlarıyla irtibatlandırıyordu. Hakikat arayışı diyalektik bir biçimde
işliyor, düşünce ile gerçeklik arasındaki çelişkileri gözler önüne serip bu
çelişkileri iyi yaşam vaadiyle irtibatlandırıyordu. Ama araçsal akılda
hakikat çelişkiyle değil mütekabiliyetle ilişkiliydi ve hakikat (ya da "gerçek")
değer- lerden kopmuştu. Böylece değerler nesnel dünyayla bağlantılı olarak
rasyonel bir biçimde gerekçelendirilemiyor, öznel değerlendirmeyle ilgili
meseleler haline geliyordu. Araçsal akıl, değerler karşısında tamamen
tarafsız olduğu varsayılmasına rağmen, aslında teknik ilerlemenin tek boyutlu
dünyasını temel değer olarak koruyordu.
Doğayı denetlemenin bir aracı olarak kavranan
bilime verilen öncelik, mevcut teknolojiyi pozitivizmin tahakkümü altına
gittikçe daha fazla girmekte olan felsefeyle dolaysız bir ilişki içine
sokuyordu. Marcuse şunları iddia ediyordu:
Modern bilimin ilkeleri a priori olarak; itici
gücü kendisi olan, üretken bir denetim evreninin kavramsal araçları şeklinde
hizmet verebilecek biçimde yapılanmıştır; teorik işlemcilik pratik işlemciliğe
tekabül eder hale gelmiştir. Doğanın gittikçe daha etkili bir biçimde
tahakküm altına almasına yol açmış olan bilimsel yöntem, doğanın tahakküm
altına alınması yoluyla insanın insan üzerinde gittikçe daha etkili bir
biçimde tahakküm kurmasının araçlarını ve saf kavramlarını sunar hale
gelmiştir. Saf ve tarafsız kalan teorik akıl pratik aklın hizmetine
girmiştir. Bu kaynâşma her ikisinin de işine gelmiştir. Bugün, tahakküm
kendini sadece teknoloji yoluyla değil teknoloji olarak sürdürmekte ve genişletmektedir
ve teknoloji bütün kültür alanlarını masseden genişleme halinde- ki siyasi
iktidarın en büyük meşrulaştırıcısıdır. Austin ve diğerlerinin olağan dil
felsefesi ve Wittgenstein'ın ikinci dönem felsefesi, yüzeysel olarak
pozitivizmden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, bu eğilimlere kurban
düşmüşlerdi.
Çünkü amaçları metafiziğin dilin yanlış
kullanımına dayandığını gösteren bir temizleme harekatıyla felsefeyi
metafizikten kurtarmaktı. Felsefenin görevi yine "teknolojik" bir
görevdi: Dilin ıslah edilmesi yoluyla kendi geçmişinin metafizik
aşırılıklarını kontrol altında tutmak. Marcuse'ye göre, dil felsefesi
terapötik bir girişim olarak, modern psikiyatri ile ortak bir yönelimi
paylaşıyordu. Böylece deliliğin akıldışılığın metafıziğin aklıyla temel bir
yakınlığı olduğu iddia ediliyordu. Çünkü delilik gerçeğin olumsuzlanmasının
bir biçimiyken, psikiyatrinin derdi bireyi mevcut dünyaya (bu dünya ne kadar
çıldırmış olursa olsun) "uydurmak"tı. Psikiyatri gibi dil felsefesi
de "ihlalden nefret ediyor"du.
Tek Boyutlu İnsan'ın çarpıcı özellikleıinden biri
de, üçüncü ve son bölümünün, yani tek boyutlu toplumun ve tek boyutlu
düşüncenin "alternatiflerinin şansı"nı ele alan bölümünün görece
kısalığıydı. Marcuse'nin bu bölümde söylediklerinin çoğu büyük ölçüde soyut
bir nitelik arzediyordu; kitap da zaten bir bütün olarak okuru, sunduğu
tartışmaların ayrıntılara inmesiyle etkiliyor sayılmazdı. Alternatif toplumun
"aşkın proje"si, tekniğin rasyonalitesinin karşı kutbunda yer alan
kendine özgü rasyonalitesi açısından ifade ediliyordu. Aşkın proje, diyordu
Marcuse, maddi ve entelektüel kültürün mevcut düzeyindeki gerçek değişim
imkânlarıyla ilgilenmesi gerektiği anlamında Marx'ın materyalizmiyle
arasındaki bağı korumalıydı. Bugüne yönelttiği olumsuzlamanın (örneğin nihilizmle
kıyaslandığında) insan özgürlüğü ve kendini gerçekleştirme değerlerini
olumladığını göstererek, teknolojik rasyonalite- den "daha yüksek bir
rasyonalite"ye sahip olduğunu kanıtlamalıydı. Teknoloji ve teknolojik
rasyonalite ileri sanayi toplumunun temeli olduklarına göre, dönüştürme
projesi "niteliksel olarak yeni bir tekniğin" geliştirilmesi
üzerinde odaklanmalıydı. Teknik akıl çoktan siyasetin temeli haline gelmişti
ve bunun tersine çevrilmesi zorunlu olarak siyasi bir tersine çevirmeyi
gerektirecekti. Teknolojik rasyonalitenin aşılması imkânı, diyordu Marcuse,
kendi seyrinin içinde yer alan bir imkândı, çünkü bu rasyonalite ileri
sanayileşmeciliğin baskıcı düzeni içindeki sınırlarına dayanmak üzereydi.
Emeğin mekanizasyonun ve otomasyonun artışı, artık tek boyutlu toplumun
sınırlan içinde tutulması imkânsız olan ve bu toplumu çökertme tehdidi
getiren bir safhaya ulaşmıştı. Bu da devrimci bir kopuşu, nicelikten niteliğe
geçişi müjdeliyordu:
Bu özde yeni bir insan gerçekliği -yani, hayati
ihtiyaçların karşılanmış olması temelinde serbest zaman içinde var olma-
imkânını açacaktır. Bu koşullarda, bilimsel projenin kendisi faydacılık ötesi
amaçlar gütmek ve tahakkümün zorunlulukları ve lüksleri ötesinde bir
"yaşama sanatı" geliştirmek için özgür olacaktır.Başka bir deyişle
, teknolojik gerçekliğin tamamlanması , onu aşmanın sadece önkoşulu
değil , aynı zamanda gerekçesi de olacaktır.
Tek Boyutlu İnsan ilk çıktığında
eleştirmenlerinin çoğu tarafından son derece karamsar bir kitap olarak
görülmüştü, çünkü kitabın yazarı çok az somut toplumsal değişim imkânı
sunuyor gibiydi; tek boyutlu toplum muhalefet olasılığını ortadan kaldırmakta
işte bu kadar başarılı olmuş gibi görünüyordu. Kurtuluş Üzerine Bir Deneme'de
ve diğer son dönem yazılarında Marcuse öğrencilere ve diğer militanlara göz
kırpınca bu büyük ölçüde daha iyimser bir bakış açısı benimsemeye başladığı
şeklinde yorumlandı. Ama bu yalnızca kısmen doğruydu ve çifte yanlış anlamaya
dayanıyordu. Marcuse öğrenci hareketine ve dönemin diğer militan eğilimlerine
eli kulağında olan bir devrimin öncüleri olarak değil sistemdeki içkin
gerilimleri ifade eden hareketler olarak bakıyordu. Devrimci dönüşümün asıl
temeli tek boyutlu topluma henüz tamamıyla entegre edilmemiş kişilerin
faaliyetlerinde değil; tek boyutlu toplumun kendisinin merkezinde, onun
bağdaşıklığının kökeni olan gücün, yani tekniğin rasyonalitesinin yol
açabileceği tahrip edici sonuçlarda bulunabilirdi. En azından kendi terimleri
düzeyinde, Tek Boyutlu İnsan güçlü bir devrimci risaleydi ve Marcuse'nin
Marksist düşüncenin temel özelliği olduğunu düşündüğü şeye, yani üretim
güçlerinde ortaya çık- makta olan ve yeni bir toplum öngören değişimler ile
(tek boyutlu toplumun) üretim ilişkileri arasındaki gerilime sadık kalıyordu.
Horkheimer'le Adornö nun ilk yâpıtlarında görülen ve "bireyin sonu"
çağı hakkındaki değerlendirmelerinde iyice belirgin hale gelen karamsarlık
eğilimine Marcuse'de, ilk yazılarından son yazılarına kadar, büyük ölçüde
rastlanmaz. Ayrıca, Marcuse'ye sık sık yöneltilen, yapıtlarının "ütop-
ya"dan ibaret olduğu suçlaması, onun çağdaş toplumda
"ütopya"nın anlamı hakkında yaptığı yeniden değerlendirmeyi
görmezden gelir. Ona göre, ileri sanayi toplumunda teknolojinin gelişme
düzeyi sayesinde ütopik olan şeylerin karakteri değişmiştir. Ütopik olan
artık inanılması güç olan ya da tarihte "yeri olmayan" şey değildi;
ileri sanayi toplumlarının teknik organizasyonunun kendisinde ütopik imkânlar
vardı.
______________________
Antony Giddens Çeviren: Tuncay Birkan |
Akımlar
- Felsefi "izm"ler
- Sofizm
- Stoacılık
- Kuşkuculuk
- İdealizm
- Yeni Platonculuk
- İnsancılık (Hümanizm)
- Usçuluk
- Deneycilik
- Eleştiricilik (Kritisizm)
- Materyalizm
- Liberalizm
- Hiççilik (Nihilizm)
- Sosyalizm
- Marksizm
- Olguculuk (Pozitivizm)
- Postpozitivizm
- Pragmatizm
- Fenomenoloji (Görüngübilim)
- Yeni Kantçılık
- Mantıkçı Pozitivizm
- Yeni Hegelcilik
- Yapısalcılık
- Çözümleyici Felsefe
- Varoluşçuluk
- Yorumbilgisi (Hermeneutik)
- Frankfurt Okulu
- Feminizm
- Postyapısalcılık
Marcuse'yi Yeniden Okumak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder